17 Ağustos 1999…Türkiye’nin kara gecesi…

Resmi rakamlara göre, 17.480 insanın hayatını kaybettiği, Türkiye’yi yasa boğan ve ekonomik, sosyal, psikolojik tahribatı hâlâ hissedilmekte olan büyük felâket…

Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan, sabaha karşı meydana gelen ve yüzyılın en büyük depremi olarak nitelenen 7.4 şiddetindeki deprem, ölenlerin yanı sıra geride binlerce sakat bırakmış, Marmara Bölgesi’nde 285 bin konutun da hasarlı olduğu belirlenmişti.

*

Millet olarak öyle bir acı yaşamıştık ki, depreme karşı gereken tedbirleri almaya adeta “ant” içmiştik.

Deprem anında neler yapmak gerektiğine ilişkin ülke çapında eğitimlerden, yapıların güçlendirilmesine, inşaat ruhsatlarında depreme dayanıklılığın şart koşulmasına, kentsel dönüşüm yoluyla risk taşıyan eski yapıların yenilenmesine kadar pek çok tedbiri uygulamaya koymuştuk.

*

Aradan 20 koca yıl geçti.

Önceki gün, 26 Eylül 2019 Perşembe günü Türkiye’nin dev metropolü İstanbul, Marmara Denizi’nden kaynaklanan, Silivri merkezli 5.8 büyüklüğünde bir depremle yeniden sarsıldı.

Ve herkes, 20 yıl önceki felaketten ders alınmadığını, öngörülen tedbirlerden çoğunun ihmal edildiğini, depreme dayanıklı yapılaşmanın ise kaplumbağa hızıyla ilerlediğini şaşkınlık içinde farketti.

Üstelik, tüm uzmanların, İstanbul’u yaklaşık 7 büyüklüğünde ciddi bir depremin beklediğini hemen her gün, önemle, ciddiyetle dile getirmelerine rağmen…

*

Bir kez daha görülüyor ki, unutkan bir milletiz.

En büyük acıları yaşıyor, kahroluyor, sonra da hafızamızdan atıyoruz.

Vurdumduymazlığımız her şeyin önüne geçiyor. Ta ki, yeni bir felâkete kadar…

İstanbul’da yaşanan bu son deprem, yalnız İstanbul için değil, tüm Türkiye için ciddi bir uyarı yerine geçer mi acaba?

Çünkü Türkiye’nin büyük kısmı birinci veya ikinci derece deprem kuşağında. Buna Çorum da dahil.

Depremle yaşamayı öğrenmiş, disiplin ve soğukkanlılığın simgesi Japonları örnek almaya başlamamızın zamanı gelmedi mi?