Yaş bir kez elli oldu mu; sonrası çok daha çabuk geliyor.

Ne ara elli beş, ne ara altmış, ne ara yetmiş ya da benim gibi ne ara yetmiş beş yılı devirdiğinizin ayırdına varamıyorsunuz.

Sorulduğunda, “yetmiş beş!” diyorsunuz içiniz burkularak… “Tamı tamamına yetmiş beş… Üççeyrek asır yani…”

Yanıtınız, biraz gurur, biraz hüzün ama hepsinin üzerinde yorgunluk ve bezginlik kokuyor.

“Üççeyrek asırlık bir yaşam…” diyorsunuz.

Haksız da sayılmazsınız hani.

Dile kolay, üççeyrek asırlık bir yaşam mücadelesinin özeti oluyor, “yetmişbeş” rakamı..

Yorgun olmamak elde mi?

* * *

Çok şey değişiyor yaşamınızda; yaş yetmiş deyince…

O “çok şey”in, “pek çok şeyini” kolay kolay kabullenemiyor, haddiniz olmadan isyan ediyorsunuz.

Karmaşık duygular içinde bocalıyorsunuz kısacası.

Geriye dönüp; neler yapıp, neleri yap(a)madığınızı ya da niye yapıp, niye yapmadığınızı düşünüyorsunuz.

Geçmişte yaptığınız hatalar, tek tek gözünüzün önüne geliyor; nasıl, niye ve neden yaptığınıza şaşıyorsunuz.

Yaptığınız yanlışların uslamlamasını yapıyor; üzülüyorsunuz.

“Nasıl yaptım, niye yaptım, nasıl gafil avlandım…” diyorsunuz.

İçiniz acıyor..

Yaş yetmiş deyince; saygı ve sevgi kavramlarının farkının bilincine varıyor; “yaşamınıza giren herkesin değerli olduğunu ama özel olmadığını; saygının herkese, sevginin ise layık olana verilmesi gerektiğini…” anlıyorsunuz.

Sayıyorsunuz, yaşamınıza girip de “sevginize layık olanları”; iki elin parmak sayısını geçmiyor.

Yaşadığınız üççeyrek asırlık ömür; sizi dobra yapıyor.

Genç iken, görüşmek istemediğiniz kişilere bu düşüncenizi söyleyemezken; yetmişli yaşlarda pat diye söyleyebiliyorsunuz bu tür düşüncelerinizi…

Üççeyrek asırlık yaşlarda, “ayıp olur” düşüncesi giderek silinip, yok oluyor.

Muhataplarınızın yanlışını, eğip bükmeden pat diye söyleyebiliyorsunuz. Doğrucu Davut oluyorsunuz.

… …

Hata yapsanız da bunun dünyanın sonu olmadığını biliyorsunuz.

Artık akıntı makıntı vız geliyor; akıntıyla birlikte yüzmeyi öğreniyorsunuz çünkü.

Dahası ve en önemlisi “hayır” demeyi, “olmaz” demeyi öğreniyorsunuz.

Üççeyrek asırlık yaşam sizi birçok acı çeşidiyle test etmiş olduğundan; pek çok şey, eskisi kadar önemli olmuyor artık.

Dayanıklılık gücünüz artıyor.
Yaş yetmiş deyince; deli cesareti geliyor insana; her türlü belanın üstüne çekinmeden, korkmadan gidiyorsunuz.

Kafanıza taktığınız şeylerin sayısı giderek azalıyor.
Çünkü kendi değerinizi biliyorsunuz.
Yalnızlığınız ve kendinizle geçirdiğiniz zaman, eskisinden çok daha değerli oluyor.
Muhteşem hayatlar yaşadığını düşündüğün insanların, hiç de muhteşem hayatlar yaşamadığının ayırdına varıyorsunuz.

Aksi bile olsa umursamıyorsunuz.

Egoyu geri plana atmayı öğreniyorsunuz. Size iyi gelecek davranış şekillerini uygulamaya çalışıyorsunuz.

Zor da olsa herkesin sizi beğenmek ya da sevmek zorunda olmadığı gerçeğini kabulleniyorsunuz.
Özgüveniniz ve farkındalığınız artıyor.
Artık insanların ne düşündüğünü umursamıyor, abuk sabuk şeylere üzülmüyorsunuz. Yaşamınızdaki insanları olduğu gibi kabul etmeyi öğreniyorsunuz.
Ve artık kendiniz için giyiniyorsunuz.

Daha az alışveriş yapıyorsunuz.

Artık onlarca giysinin asla giyilmediğinin, giysi dolaplarınızda fuzuli yer işgal ettiklerinin ayırdına varıyorsunuz çünkü.
Paranızı kılık kıyafet yerine, başka şeylere, örneğin seyahatlere, dostların bulunduğu güzel sofralara harcamayı yeğliyorsunuz.

Her konuda paylaşma ve yardımlaşma güdünüz artıyor.

Doğaya, çevreye ve hayvanlara, insanlardan daha çok ilgi göstermeye başlıyorsunuz.

Ve sağlığına daha çok özen gösteriyorsunuz.

Yaşamın kısa ama güzel olduğunun ayırdına varıyorsunuz.

Her yaşın ayrı bir tadı, ayrı bir güzelliği olduğunun bilincine varıyorsunuz.

Ama gençlik yıllarınız beyninizin bir yerinde hep duruyor.

Anmadan geçemiyorsunuz o günleri….