Ne zamandır bu konuda bir yazı yazmak istiyordum ki, sosyal medyada o yazıyı gördüm.

Adı sanı bilinmeyen biri yazmış.

Sanki ben yazmışım gibi yazmış.

Bu konudaki duygu ve düşüncelerimi biliyormuş gibi yazmış.

Neyi mi yazmış?

İlerlemiş yaşlarına karşın yaşamla bağlarını koparmayan, yaşlandım diye kendini salıvermeyen, kendine ve çevresine saygılı, bakımlı kadınları yazmış.

… …

Yaşamla bağlarını koparmamış, yaşlı ama bakımlı kadınlarımızı, ben de seviyor ve takdir ediyorum.

Yazı da bunu anlatıyor.

Diyor ki; “

“… Torun torbaya karışsalar bile, yiyip içtiğine dikkat eden kadınları seviyor, saygı duyuyor, takdir ediyorum.

Pantolonuna uyacak bluzu seçen, saçlarını şarap kızılına yahut platin sarısına boyayan, onları tarayan, şekil veren, ellerinin üzeri güneşle ve geçen zamanla beneklenip buruşsa da, onları özenle kremleyen, kadınları seviyorum.

Cümle sonlarına muzipçe "şekerim" kelimesini ekleyen; hayvanları, çiçekleri ve çocukları sevmekten vazgeçmeyen, (hemen her konuda) umudunu asla yitirmeyen kadınlarımızı seviyor ve takdir ediyorum.

Yaşa bağlı ağrı ve sızılar yaşasa da bunu belli etmeyen; bu ağrı ve sızıları, yaşamın güzelliklerini ve renklerini görmeye engel sorunlardan saymayan, yürüyüşünde bir eda olan, yaşam deneyimlerini üstüne başına, saçına, gözündeki ışıltıya, yansıtan hatunları takdir ediyorum.

Beslenmesine dikkat eden, gülüşüne özen gösteren, çevresine pozitif enerji yayan, yaşının ağırlığını, duruşuyla, oturuşuyla yansıtan kadınlarımızı takdirle izliyorum.

Çantanın püsküllüsünü, ayakkabının afilisini, ceketin slimfit'ini seçen; tevekkülü her şeye sarmalayıp sade ve doğal bir olgunlukla hayatın getirdiklerini kabullenen ama bir kedi teslimiyetiyle uysalca ve sevinçle yaşayan kadınları seviyorum…

Bu tür kadınlarımız, hayatın parlak ve cilalı kısmını gösteriyor bana…

Bu tür kadınlarımız, yaşamın, her şeye karşın yaşanılır olduğunu, yaşanmaz olacak kadar zorlayıcı kısımları ise, sabır ve metanetle bekleyerek atlatmak gerektiğini, ne olursa olsun, can çıkmadan umudun ve koşuşturmanın bitmeyeceğini ve bitmemesi gerektiğini anlatıyorlar sessiz bir alfabeyle...

Yaşı ilerlediği halde, rimel markası soran, "pabuçların harikaymış şekerim nedir markası?" diye soran, karşı tarafa iltifatla karışık güzel cümleler aşılayan, mutluluk saçan ve mutlu yaşayan kadınları seviyorum...

Vizyonunu hep geniş tutan, tükenmeyen bir merakla etrafı gözlemleyen, insanlara karşı duyarlı ve algıları hep açık, yürürken önüne değil, yere değil, dimdik karşıya bakan kadınları seviyorum.

İnsanların gözlerinin içine bakarak konuşan, hayata olan ilgisini hiç yitirmeyen, yaşamanın bir sanat olduğunu içine sindirmiş ve tam da bu yüzden yüzü, sürdüğü kremler nedeniyle değil, yaşama olan tutkusu ve temiz kalbi yüzünden ışıl ışıl parlayan kadınları seviyorum...

Edasını ve işvesini hiç yitirmeyen, baktıkça insanın içine yaşam enerjisi pompalayan, fularını ayakkabısına uyduran kadınları seviyorum.

Yaşamla bağını kesmeyen, olgun, sevinç dolu, algıları açık, nazik, anlayışlı, dişi, bakımlı, enerji dolu, mızmızlanmayan, ağlamayan, hem çocuksu, hem de güçlü, gülüşü zengin kadınları seviyorum...

Ne olursa olsun "vakit çok geç" demeyen, hayatı bir şarkı gibi söyleyen, bedeni yaşlansa da ruhu yaşlanmayan kadınları seviyorum…

Hâlâ okuyan, hâlâ düşünen, hâlâ tartışan, yaşadığı çevreye örnek olan, yaş almış ama bakımlı genç(!) kadınları seviyor ve takdir ediyorum…”

* * *

Hatun bir kişinin elinden çıktığını tahmin ettiğim bu satırların, noktasından virgülüne aynen katılıyorum.

Bu toplumun ruh karartan değil; insanın içini açan, insanı rahatlatan kafa yapısına ve dış görünümüne sahip, yaş almış, olgun hanımefendilere ve beyefendilere gereksinimi var.

Oysa çevremizde, böylesi özelliklere sahip hanımefendi ve beyefendiler o kadar az ki…