Adalet Bakanlığı ve Dünya Bankası işbirliğiyle 2 Nisan 2012 günü bir sempozyum düzenlendi. "Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu"nun açılışında Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç öyle bir konuşma yaptı ki, iktidarı da muhalefeti de sarstı. Özellikle de iktidarın kimyasını bozar oldu.

Her cümlesi paylaşılabilecek anlamlı bir konuşmaydı. Muhalefeti sarstı, çünkü beğendiği ama biç beklemediği bir konuşmaydı. İktidarı sarstı, çünkü hem beğenmediği hem de hiç beklemediği bir konuşmaydı.

"Yargının topluma sunduğu yegâne ürün adalettir. Bu ürünün alternatifi yoktur. Adalet hizmetlerinin onarıcı niteliği, üretim kalitesi ve zamanında dağıtımın varlığı ile güç kazanır. Aksi durum bunalım, kaos ve vicdanları isyana sürüklemekten başka sonuç doğurmaz" diyor konuşmasında.

Sanırım bu sözlerle, tutukluluk süreleri mahkûmiyete dönüşmüş ve kamu vicdanını yaralayan Silivri yargılamalarına bir gönderme yapılmıştır. Çünkü Silivri yargılamaları ve özel yetkili mahkemeler uluslararası hukuk çevrelerinde özellikle eleştirilen, hem mağdurların hem de tüm kamu vicdanında bir isyan oluşturan şekle dönüşmüştür.

"Yargının hesabını veremediği sınır tanımaz uygulamaları, ağır bedeller ödenmesi sonucunu doğurmuş, anayasa ve yasalarda radikal değişimlerin yapılmasının haklı nedenini oluşturmuştur" diyor Haşim Kılıç.

Örneğin hiçbir Cumhurbaşkanlığı seçiminde gündeme gelmeyen 367 çoğunluk olayı, 2007 yılı Cumhurbaşkanlığı seçiminde gündeme gelmiştir. Yargıya intikal eden bu konu ülkeyi gereksiz yere germiş, siyasette büyük bir bunalım yaratmıştır.

"Hukuk sistemini geliştirirken, yeni mazlum ve mağdur yaratmayalım" diyerek, "Aktörleri değişmiş yeni vesayet odaklarının oluşmasına imkân vermeyen samimi değişimlere inanmak istiyoruz" diyerek hiç beklenmeyen, özellikle de muhalefeti şaşırtan, altına imza atılabilecek bir konuşma yapmıştır Haşim Kılıç.

Yeni hukuk paketlerinde, "Yapılacak reformların, geçmişten intikam alma aracı olarak kullanılması gibi bir yanlışlığa düşülmemelidir" ifadesiyle de önemli bir kuşkuyu dile getirmiştir.

"Dün yargının siyaseti kuşatma gayretlerine karşı çıktığımız gibi, bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz" diyerek yargıyı hem aklamaya çalışmış hem de iktidara önemli bir uyarı yapmıştır.

Dileğimiz bu sözlerinde samimi olmasıdır. Tüm yargının paylaştığı bir anlayış olmasıdır. Fazlasıyla yıpranmış hukuka bir kalite kazandırmasıdır.

Eğer en yüksek yargı kurumunun başkanı, hiç de beklenmeyen bir uyan yapıyorsa, bunda kötü bir gidişin işaretleri var demektir. İktidarın ve tüm siyasetin bu uyarıyı görmezlikten gelmesi, ülke için büyük bir kayıp olacaktır.

Çünkü yargının kuşatılması demek, sonuçta her konunun yargıya intikal etmesi nedeniyle bir ölçüde cumhuriyetin kuşatılması anlamını taşır. İktidarın, toplumda oluşabilecek böyle bir algının tehlikesini görmesi gerekir.


Yargıda duyulan tehlike eğitimde de duyulmaktadır


Nitekim bu tehlikelerden biri, zorunlu eğitim için getirilen 4+4+4 sisteminin, eğitim üzerinden bir hesaplaşma yapılıyor olduğu algısıdır.

Siyasetin bile etnik ve inanç kimliklerine göre yapılanır olduğu ülkemizde, eğitim üzerinden böyle bir hesaplaşma algısı çok tehlikeli ve telafisi zor sonuçlar doğurabilecektir.

Toplumda eğitimin kuşatılması gibi yansıyan kesintili bu eğitim sistemi, içinde böyle bir tehlikeyi taşımaktadır.

12 Yıla çıkarılmış olan zorunlu eğitimin kesintili olmasındaki amaç, yeteneklerin ortaya çıkarılması ve yeteneklerine göre yönlendirme yapılması olarak ifade edilmiştir.

Ancak okullarımız, Avrupa'daki okullar gibi bir öğrencinin tüm yeteneklerini ortaya çıkaracak kadar donanımlı değildir. Alt yapısıyla, pedagojik değerleriyle, rehberlik birimleriyle henüz yeteri kadar kurumlaşamamıştır.

Gerek bu nedenler ve gerekse pozitif öğretilerle dini öğretilerin adeta çarpışır olduğu ülkemiz eğitim kurumlarında, yönlendirmelerin de sağlıklı olamayacağı kuşkusu vardır.

Cumhuriyet kurulduğundan bugüne 89 yıldır lâiklik kavgasının verildiği ülkemizde, din eğitimi zaten varken yeni eklemeler yapılarak getirilen eğitim sisteminde, başka hedeflerin olduğu endişesi vardır.

Bu nedenle iktidar karşıtı kesimde, zorunlu ama kesintili 4+4+4 eğitim sistemiyle eğitimin kuşatıldığı gibi bir algı oluşmuştur. İktidar, daha sağlıklı düşünülecek bir zamana erteleyerek bu algıyı giderebilir.

Elbette Haşim Kılıç bazı olgulardan duyduğu bir endişeyle "yargının kuşatılması" gibi bir ifadeyi kullanmıştır. Benzer gelişmelerle toplumun büyük bir kesimi ve eğitim dünyası da "eğitimin kuşatılması" gibi bir kaygıyı dile getirmiştir.

Güneyimizdeki ülkelere parçalanma süreci yaşatılırken, benzer koşulların Türkiye'de de hazırlanıyor gibi oluşu, Haşim Kılıç'ın bu uyarılarına ve eğitim dünyasının kaygılarına daha da bir önem kazandırmaktadır.