Bireyden topluma genişleyen bir açıyla algı yönetimine bakarsak “yapıcı muğlâklık” kavramıyla karşılaşırız. Kitlelere tam açıklanmayan, çokluk üstü örtülü bir hedefe yönlendirirken kullanılan söylemlere “yapıcı muğlâklık” denilmektedir. Henry Kissinger “Yapıcı Muğlâklık” kavramını şöyle tanımlamaktadır. "Politik bir amaca ulaşmak için dilin kasten muğlâk olarak kullanılması…"

Bir insan denizi olan toplumda her birey balık gibidir. Şairin “Ol mâhiler ki derya içredirler deryayı bilmezler” dediği gibi… Burada eskilerin “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünü de hatırlatmama izin verin lütfen… Yeni kuşaklar için günümüz Türkçesiyle söylersek, “İnsan belleği unutma özürlüdür.

İşte bu noktada bakıp geçtiğimiz, okuyup da unuttuğumuz ama çokluk görmediklerimize ayna tutmaya çalışalım.

Kıbrıs’taki Annan Planı… KKTC’deki Türk halkına “AB vatandaşlığı” gibi “yapıcı muğlâklıkla” sunulan dayatma (havuç) Kıbrıs’tan Türkleri silme planıydı. Ancak kullanılan slogan “Yes be annem”di. Kıbrıslı Türkler bu havuca “evet” dediler. Ancak Rum tarafı “hayır” dediği için Annan Planı hayata geçirilemedi.

Özal’ın “Federasyonu tartışalım” ifadesi de “yapıcı muğlâklık” kavramının örneklerindendir. Üstü örtülen amaç iki hamle sonrası Türkiye’nin Güneydoğu’sunun ülkeden kopartılmasıydı. Birinci hamle Irak’ın Kuzeyindeki Kürt otonom bölgesi Türkiye’ye katılacaktı… Federasyon… Toplum Musul-Kerkük bize katıldı diye sevinirken yapılacak plebisit ile ülkenin Güneydoğusu bölünüp gidecekti.

Özal’ın “Türk dediğin nedir ki?” sözü toplumda büyük tepki alınca proje askıya alındı ve uygun zaman, zemin ve kişi aranmaya başlandı. AKP işte bu arayışın ürünüdür.

Erdoğan’ın “Türk vatandaşlığı” yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” kavramını gündemde tutması da “yapıcı muğlâklık” kavramının örneklerinden biridir. Yıllardır ısrarla “36 etnik grup/unsur” söylemini kullanmaktadır. “Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Gürcü…” diye saymaya başlayarak “Türk” kavramını 36 gruptan birinin adıymış gibi göstermektedir. Böylece Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözü reddedilerek Türkiye halkı 36’ya ayrıştırılmaktadır. 

Sıkışınca da “Tek millet” diyerek durumu idare etmeye çalışmaktadır. Ama bir gün boş bulunup, tıpkı Özal’ın “Türk dediğin nedir ki?” demesi gibi “İbrahim milleti” söylemiyle üstü örtülü niyetini açığa vurmuştur. “İbrahim milleti” denilen yapı kimin atasıdır? Bilenler bilmeyenlere söylesin lütfen…

Erdoğan’ın 2006 yılından beri söylediği “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” ifadesi kabul görmeyip tepki alınca 2013 yılında ilginç bir gelişme yaşanmıştır. “T.C.” ibaresinin resmi tabelalardan kaldırılması girişimine tepki gösteren bazı aydınlar tarafından “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” söylemi kullanılmaya başlanmış ve ne yazık ki yaygınlaşmıştır. Bu hamleden sonra Anayasa’dan çıkartılması önerilen “Türk vatandaşlığı” kavramı giderek terk edilmiştir.

Erdoğan tarafından ısrarla ifade edilen “36 etnik grup ve Türk vatandaşlığını ret” söylemlerinin küresel çeteler tarafından Türkiye’ye dayatılan Başkanlık ve eyalet sisteminin paralelinde olmadığını söylemek mümkün müdür?

“Yapıcı muğlâklık” kavramına ekonomiden bir örnek vererek bitirelim yazımızı. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ibaresi kapitalizmin gelişme döneminin ideolojik ifadesi olan Liberalizm’in özet anlatımıdır. Daha sonra “vahşi kapitalizm” olarak da adlandırılan bu dönemde “yapsınlar ve geçsinler” eylemleri, sadece patronlar içindir. İşçilerin ne çalışma saatleri bellidir, ne sendika örgütlenmesi söz konusudur. Çocuklar inanılmaz düşük ücretlerle, kadınlar yarım yevmiye ile çalıştırılmaktadırlar. Bu sisteme seçilen isim ise “liberte” yani özgürlük kökünden türetilmiş “liberalizm”dir. Kime özgürlük? Bir kesime… Yani patronlara… Kime “yapıcı”? Patronlara…  Kime muğlâk? Çalışanlara… 

16 Nisan’daki referandumda toplumu “Evet” tercihine yönlendirenler de söylemlerinde “yapıcı muğlâklık” anlayışı kullanarak gerçek hedeflerinin üstünü örtmeye çalışmaktadırlar.