Bir su arkının üstünden atladılar. Çeşmeye vardılar. Beton olukluydu çeşme. Lülesi de madeni borudan yapılmıştı.

“Suyu buz gibidir,” dedi Zeynep. “İçebilirsiniz…”

Sırayla birer ikişer yudum su içtiler.

Zeynep bu su konusunda bilgilendirdi onları.

“Arktaki su, Kırklar Dağı’nın eteğindeki Çağıl Pınarı’ndan gelir. Yayla’nın gölünde birikir. Dolunca da su koyuverilir. Akçapınar’ın suyunun arkından Şarıldak’a iner. Köyün arazisi sulanır bu suyla.”

Yanlarında yörelerinde irili ufaklı, söğüt ve ceviz ağaçları vardı. Sonra gölün başına vardılar. Uzun zamandır çamuru temizlenmediğinden sazlıklar kaplamıştı büyük bir bölümünü.

Zeynep sürdürdü sözünü:

“Bir zamanlar Yayla çok şenlikli olurmuş. O zaman köyün nüfusu kalabalıkmış. Bahar döneminde köyden bir yığın insan, hayvanları, eşyaları, çoluk çocuğuyla akın akın Yayla’ya göçerlermiş. Burada 35-40 evlik küçük bir köy oluştururlarmış. Şimdiyse üç aileyiz burada…”

“Gerçekten üzücü,” dedi, Cemre.

“Dedem, zamanın her şeyi değiştirdiğini söylüyor. Belki gelecek yıllarda dedemler de olmayabilir burada.”

“Ama sen yine de duramazsın Zeynep. Yaz dinlencelerinde çıkar, gezersiniz buraları.”

“Arkadaş bulursam eğer.”

Fotoğraf makineleri yanlarındaydı çocukların.

“İster misiniz?” dedi Özgün. “Birer resim alalım.”

“İyi olur,” dedi Cemre. “Zeynep’le tanışmamızın anısı olsun. Ama Gamsız da dursun yanımıza.”

“Gel Gamsız!”

Köpek hemen Zeynep’in önüne durdu.

Önce Özgün çekti; ardından da Cemre…

“Çok güzel oldu. Okuluma döndüğümde arkadaşlarıma anlatacağım güzel anılarım olacak.”

“Bizim de olacak, Prenses,” dedi Emre.

“Ama ben de isterim resmimizden” dedi Zeynep. “Bana da gönderirsiniz değil mi?”

“Ne demek,” dedi Cemre. “Elbette göndeririz. Sözümü olur. Adres ve telefon numaralarımızı alır; hem görüşüz, hem de yazışırız …”

“Zeynep sevinmişti:

“Çok sağ ol Cemre,” dedi. Ardından, “Sizleri Kemer’e götüreyim mi?”

Sevindiler üçü de.

“Gidelim, dedi Özgün. “Ama kemer nedir?”

“Bir derenin iki yakasını birleştiren koca bir duvar. Çağıl Pınarı’ndan gelen su, o kemer denilen duvarın üzerinden bu yana geçiyor.”

“Yalnız Büyükbaba’mızı haberdar edelim de nereye gittiğimizi bilsin.”

“Zaten evimizin önünden geçeceğiz. Uğrar, haber veririz Cemre.”

“Zaman yitirmeyelim öyleyse.”

Geri dönüp geldikleri yöne doğru yürüdüler.

Evin önüne vardıklarında sağlıkçı Musa ile Büyükbaba’larını koyu bir söyleşiye dalmış buldular.

“Dede,” dedi Zeynep. “İzniniz olursa, Kemer’e kadar gidip döneceğiz.”

“Olur kızım. Yalnız geç kalmayın.”

Zafer Bey de uyarma gereği duydu:

“Aman çocuklar dikkatli olun. Tehlikeli işlerden, zarar göreceğiniz davranışlardan sakının!”

“Sen merak etme Büyükbaba,” dediler.

“Zeynep kızım,” dedi Zafer Bey. “Arkadaşlarına çok iyi rehberlik yapacağına inanıyorum ama yine de dikkatli olun!”

“Merak etmeyin Zafer Amca. Tehlikeli hiçbir işe girişmeyiz. Hem, Gamsız da yanımızda olacak.”

“O zaman, güle güle gidin ve dönün.”

Çocuklar; “Hoşça kalın,” diyerek sevinçle ayrıldılar oradan.

Zafer Bey Sağlıkçı Musa’ya dönerek:

“Bizim çocuklar ilk kez geliyorlar böyle yerlere.”

“Evvel Allah, sonra da yanlarında Zeynep olduktan sonra endişelenmenize gerek yok Zafer Bey .”

“Endişelenmiyorum. Sadece bazı olumsuzluklara karşı onları uyarıyorum. Bunlar, doğayla ilgili, yeterli bilgi ve deneyimlerden yoksunlar.”

“Onun için de arada bir serbest bırakacaksın onları.”

“Elbette. Ama önce çevreyi öğrendikten sonra. Kendilerine özgü kimlik ve kişiliklerini geliştirip, özgüvenlerini kazanabilmeleri için de, bu gerekli zaten.”

SÜRECEK