Zeynep Cemre’yle vedalaşırken, tutamadı gözyaşlarını. Cemre de engelleyemedi kendisini. Birbirlerine sarılıp bir süre öylece kaldılar.

Kısa sürede aralarında oluşan, çıkar ilişkisinden uzak bu tertemiz dostlukları, oradakileri hayrete düşürmüştü. ilgiyle izliyorlardı onları.

Cemre’nin güzel bir volkmeni (walkman) vardı. Onu verdi Zeynep’e.

“Dinledikçe beni anımsarsın!” dedi.

“Ay canım!” dedi Zeynep. “Bunu nasıl kabul ederim!”

Cemre gülümseyerek:

“Anmalık olarak canım,” dedi.

“Çok teşekkür ediyorum. Senin sesini dinler gibi dinleyeceğim şarkıları, türküleri.”

O da cebinden çıkardığı bir küçük paketi açtı. İçinden çıkan eşarbı Cemre’nin başına bağladı. Bu, kıyıları oyalanmış, gökkuşağının tüm renklerini barındıran oldukça güzel, ipek bir eşarptı.

“Sana çok yakıştı Cemreciğim. Gerçek bir prensese döndün. Bu da benim armağanım olsun sana

“Çok teşekkür ederim ama bunu kabul edemem ki Zeynepçiğim.”

“Edersin canım. Sen de anmalık olarak kabul edersin.”

Yeniden sarıldılar.

Emre el lambasını; Özgün de Ahmet Özer’in, “Çocuklar Varken” adlı öykü kitabını armağan etti Zeynep’e.

“Bu da bizlerden armağan. Tüm güzellikler ve esenlikler seninle olsun,” dediler.

Zeynep onlara da sarılıp teşekkür etti.

“Sıra bende,” dedi Zafer Bey.

O da Zeynep için imzaladığı sekiz kitabını verdi Zeynep’e, naylon bir paket içinde. Bunlar kendisinin yazıp bastırdığı kitaplardı. Zeynep çok mutlu oldu. Sevinç göz yaşlarıyla Zafer Bey’in boynuna sarılarak öptü onu. O da onu öptü.

“Güle güle oku Zeynepçiğim” dedi. “Ben de sana sağlık ve başarı dolu, nice güzel günler diliyorum!”

“Çok teşekkürler Zafer Amca! Beni sevindirip mutlu ettiniz. Aynı zamanda da duygulandırdınız. Ben sizlere bir şeyler veremedim!”

“Sen bize sevgini verdin kızım. Bundan daha büyük, bundan daha güzel armağan olabilir mi hiç?”

Ayrılık zamanı gelmişti. Mustafa traktörü çalıştırdı. Tek tek çıktılar traktörün römorkuna. Oturdular serilen çulun üzerine.

“Dedenlere de çok selam götür,” dedi Zafer Bey. “Düğünde görüşmek üzere Zeynepçiğim!”

“Baş üstüne Zafer Amca.”

Traktör yavaş yavaş hareket etti, yolunu aldı. Hepsi de el salladılar Zeynep’e. Zeynep de onlara… Uzaklaştıkça küçülen

görünümüyle Zeynep orada kalakaldı. Tepeyi aşağı kıvrılınca da gözden kayboldu.

* * *

10 Mayıs 2004

Arka kapak yazısı

YAMAN ÜÇLER VE YAYLA KIZI

İstanbul’da yaşayan Özgün, Samsun’da yaşayan Cemre, Aydın’da yaşayan Emre, her biri 11 -12 yaşlarında gencecik pırıl pırıl zekalı, duygu yüklü çocuklar olup; üçü de birbirleriyle teyze çocuklarıdır.

Büyükbabaları yani dedeleri ise Çorum’da yaşayan öğretmen emeklisi-yazar Zafer Aydın’dır

Üç torununu da alıp çocukluğunun geçtiği Çorum’un Çıkrık köyünün yaylasına çıkarıyor. Burada bir kamp kurarak, onları bir hafta süreyle bir çadır içinde doğayla iç içe yaşatıyor.

Daha çocuk yaştaki torunları dedelerini bir masal kahramanı gibi görüp seviyor, sayıyorlar.

Bu üç kafadar, üç teyze çocuğunun yaylada tanıştıkları Yayla Kızı Zeynep’le olan dostlukları romana ayrı bir güzellik ve duygusallık katıyor.

Okuyucular da; bu çocukların Oğlanuçuran Kanyonu’nda yaşamla ölüm arasındaki serüvenlerini ve tarihi eserlerin kaçakçıların ellerinden kurtarılması olayını heyecanla izleyeceklerdir.

Kentlerdeki beton yığınları arasında yaşayan bu çocuklar; topraktan, doğadan, bitkilerden, hayvanlardan uzakta, kalmalarının acısını yaşadıkları doğada bir parça olsun telafi etmektedirler.

Gündoğar’ı ne kadar kutlasak yetersiz kalır diyorum. Can YOKSUL

- BİTTİ-