“Elbette Emre. Gurur duymayı da sürdüreceğiz sonuna kadar.”

“Çocuklar,” dedi dayıları. “Bu gidişle Anneannenizi kıskandıracaksınız ama.”

“Neden kıskanayım ki? Güle güle hayrını görsünler Büyükbaba’larının. Onlar zaten onu benden daha çok severler.”

“Yapma anneanne,” dedi Cemre. “Yine üzmeye başladın bizi.”

Sarıldı anneannesine. Ardından Emre’yle Özgün de sarıldılar.

“Siz olmasanız, bizi Büyükbabam buraya getirebilir miydi?” dedi Özgün.

Çocuklar durmadan öpüyorlardı anneannelerini.

“Durun yapmayın!” dedi Ayşe Hanım gülerek. “Beni ezeceksiniz. Şakadan söylemiştim. Ben de sizleri çok seviyorum. Yavrularımın yavruları! Bir tanelerim benim!”

Tülay ve Aylin Hanım’la, Özgür Bey de gülüyorlardı kahkahayla.

Tam bu sırada Zafer Bey geldi elinde bir şeylerle.

“Ha şöyle,” dedi. “Sizleri her zaman şenlikli göreyim böyle.”

“Yine senin keseden harcadılar Babacığım,” dedi Özgür Bey.

“Harcanacak bir şeyler olduğu sürece harcasınlar,” yavrum dedi. “Helal olsun!”

“Durun,” dedi Özgür Bey. “Bu görünümü kaçırmayalım. Belki mutluluğun resmini yapamayız ama onu görüntüleyebiliriz,” dedi. “Bozmayın duruşunuzu.”

Hemen fotoğraf makinesini çıkardı çantasından; ayarladı ve bastı düğmeye. Zamanla birlikte, mutlulukla gülümseyen görüntüleri de kartın üzerinde dondu. Cemre’nin yanından kalkan Zeynep:

“Gruba katılın da bir de ben alayım resminizi Özgür Ağabey,” dedi.

“Tamam Zeynepçiğim.”

Nasıl çekeceğini gösterip, nişanlısının yanına geçti. Bir mutluluk tablosu daha böylece kayıtlandı zamana.

Zeynep izin alıp ayrılmak istedi ama salmadılar çocuklar.

“Buradaki son günümüzde bizi sensiz mi bırakmak istiyorsun?” dedi Cemre.

“Ailece birlikte olmak istersiniz diye düşünmüştüm de.”

“Yine birlikteyiz. Sen yabancı değilsin ki Zeynepçiğim?” dedi Cemre. Sarıldı öptü Zeynep’i. O da ona sarıldı.

Ayşe Hanım bakıp gülümseyerek:

“Doğru söylüyor Cemre,” dedi.

Önce güzel bir çay demledi Tülay Hanım. Aylin Öğretmen de pasta, kek ve kuru yemiş çıkardı. Gülüşerek, söyleşerek; oradaki yeşilliğin ve güzelliğin tadını çıkararak yediler yiyecekleri ve içtiler çaylarını.

Bir süre sonra:

“Piknik yemeğini nerede yiyeceğiz,” diye sordu Ayşe Hanım.

“Buradan güzel piknik yeri mi olur mu?” dedi Zafer Bey? “Şu sıcakta başka yere, taşınmanın ve yorulmanın ne anlamı var ki? Suyumuz da yanı başımızda.”

“Doğru,” dedi Özgür Bey. “Buranın manzarası da çok güzel.”

“Yemekten sonra da Evkaya Deresi’ne doğru gider gezeriz,” dedi Tülay Hanım.

“İyi olur abla,” dedi Aylin “Evkaya Deresi’nin olağanüstü güzelliğini bana Özgür de anlatmıştı.”

“Oralar babamın doğa sevdasını kışkırtan ve besleyen yerlerdir. Zaten babamın, kitaplaşmaya hazır dosyalarından birisinin adı “Evkaya’da Su Sesi”dir. Evkaya Deresi’ne yapılan bir geziyi anlatmaktadır orada.”

“Doğru,” dedi Zafer Bey.

“Babam belki bu günümüzü de yazar,” dedi Özgür Bey.

“Doğru söylüyorsun, yavrum. Yazılırsa geleceğe kalır. Yazılmazsa bir süre sonra unutulabilir. Fotoğraflar da o anıları görsel olarak belgelemeye yarar.”

Onları dinleyen, Tülay Hanım:

“Salt bu günü değil; babam burada yaşadıkları tüm günleri yazmıştır,” dedi. “Öyle değil mi Babacığım?”

Zafer Bey gülerek:

“Babanı iyi tanıyorsun kızım. Dediklerin doğrudur.”

Saatine bakan Zafer Bey:

“Saat 11.00’i geçmiş,” Yavaş yavaş yemek hazırlığına baksanız…”

“Anlamadım,” dedi Ayşe Hanım. “Konuk gelip bir de size yemek mi hazırlayacağız?”

“Cemre kızım!”

“Efendim Büyükbabacığım!”

“İş, yine seninle bana düşüyor. Haydi şu piknik tüpünü yakalım da yemek işine bakalım. Konuklarımız yavaş yavaş acıkmaya başlamışlardır.”

“Ciddi mi söylüyorsun Büyükbabacığım?”

(SÜRECEK)