Zafer Bey de önce oğlu Özgür’le sonra diğerleriyle sarılıp kucaklaştı. Duygulanmıştı. Gözlerinden yürüyen yaşları güçlükle engelledi.

“Beğendin mi bu sürprizi Babacığım,” diyordu Üsteğmen Özgür.

“Nasıl beğenmem, nasıl sevinmem yavrum?” dedi Zafer Bey. “Beni çok mutlu ettiniz. Sen ailemizin umudu ve gururusun.”

“Sana kendimle birlikte; annemi; Tülay kızınla minik kızını getirdim!”

Zafer Bey, gelin kızı için ‘minik kızım’ deyimini kullanıyordu.

“Çok sağ ol yavrum. Ne iyi ettiniz de geldiniz. Şimdi ömrüme bir yıl daha eklediniz benim.”

“Dayı gözün aydın!” diyordu Mustafa.

“Çok sağ ol Mustafa!” dedi. “Beni canlarıma kavuşturdun. Allah da seni ailen ve çocuklarınla birlikte mutlu etsin.”

“Sizler de mutlu olun Dayı.”

“Bahçeye geçelim,” dedi

“Geçelim…” dediler.

Mustafa izin istedi.

“Dayı siz neşenize bakın. Benim görülecek işlerim var köyde. Ne zaman isterseniz, o zaman geleyim sizleri götürmeye.”

“O zaman ikindiye doğru burada ol Mustafa. Hep birlikte döneriz köye.”

“Tamam Dayı. Size iyi eğlenceler diliyorum. Hoşça kalın!”

Mustafa’yı yolcu ettikten sonra traktör tozundan arınmak için bir güzelce ellerini yüzlerini yıkayıp serinlediler. Sonra yiyecek dolu poşetleri alıp bahçeye geçtiler. Çocukların içinde en şanslısı Emre’ydi. O aynı zamanda annesine, Tülay Hanım’a kavuşmuştu.

Cemre, Zeynep’i onlara, onları da Zeynep’e tanıttı.

“Bu, en yakın arkadaşımız Yayla Kızı Zeynep. Yayla’da oturan Sağlıkçı Musa Amca’nın torunu!” dedi.

Ardından Zeynep’e dönerek:

“Bu tahmin ettiğin gibi anneannem; bu Özgür dayım; bu nişanlısı öğretmen Aylin ablam; bu da Emre’nin annesi Tülay teyzem.”

Sevinçlerini belirtti hepsi de.

Özgür Bey Ankara’dan Çorum’a gelmeden Samsun’da olan ablası Tülay’la görüşerek; belirledikleri günde onun da Çorum’a gelmesini sağlamış; böylece birlikte gelmişlerdi.

Bahçenin yeşilliği, güzelliği ve onların bahçedeki kurulu düzenleri çok ilgilerini çekti dördünün de. Çocuklar, Dayılarına, Aylin ablalarına, Ayşe anneannelerine ve Tülay hanım’a durmadan bir şeyler anlatıyorlardı. Çadırlarının içini de gösterdiler onlara.

“Burası bizim evimiz,” dedi Emre.

“Yatağınız yorganınız nerde?” diye sordu Özgür dayıları gülerek.

“Cemre:

“Uyku tulumlarımız var dayıcığım,” dedi. “Onlar, yatağın ve yorganın yerini tutuyor. O da kulübede,”

Bu arada Zafer Bey kulübeden bir şeyler çıkarmak için yanlarından ayrıldığında; Anneanneleri çadırın yanına çıkarılan kilimin üzerine otururken sordu torunlarına:

“Memnun musunuz buradaki yaşamınızdan. Geldiğinize ve burada kaldığınıza değdi mi bari?”

Çocuklar sırayla yarışa özetlediler yayla yaşamını.

“Hem de nasıl Anneanne.”

“Her günümüz çok güzel geçti.”

“En önemlisi, Zeynep gibi bir arkadaş kazandık. O, gerçek bir dost ve rehber oldu bize. Bir çok yerleri birlikte gezdik onunla.”

“Hem ne güzel serüvenler yaşadık.”

“Akşama kadar anlatsak bitmez,” dedi Emre.

Zafer Bey önceden uyardığı için, bir gün önceki tarihi eser kaçakçılığı olayından çocuklar hiç söz etmediler. Konuyu şimdilik gizli tutmayı yeğlediler.

Ayşe Hanım çocuklara sordu:

“Büyükbabanızla kaç kez kavga ettiniz acaba?” diye sordu.

“Neden kavga edelim ki Anneanne?” dedi Özgün “Büyükbabam bir tanedir,”

“Özgün doğru söylüyor,” dedi Cemre. “Kimin Büyükbabası torunları için böyle bir özveriye katlanır da onları Yayla’ya, kampa çıkarabilir?”

“Sadece bizim Büyükbaba’mız,” dedi Emre.

“Kampa çıkardığı için mi çok seviyorsunuz Büyükbabanızı,” dedi Üsteğmen Özgür. “Ne ilgisi var dayıcığım?” dedi Özgün. “Büyükbaba’mız bizim için; sevgi, ilgi, bilgi, sabır ve hoşgörü simgesidir.”

“Vay be,” dedi. “Tanımlamaya bakar mısınız?”

“Onunla her zaman gurur duyuyoruz, değil mi Cemre.”

(SÜRECEK)