“Elbette doğru söylüyorum. Yeter ki Çorum’a gel sen.”

“Çok sağ olun! Nasıl sevindim bilemezsiniz!”

Boynuna atılıp yanaklarından öptü Zafer Bey’i.

“Ne kadar iyisiniz!”

Zafer Bey de Zeynep’i öptü.

“Sen de çok iyisin kızım. Pırlanta gibi bir yüreğin var.”

“Artık üzülmeyeceğim Zafer Amca. Değil mi ki kırk gün sonra bir daha görüşeceğiz. Onun sevinciyle avunabilirim.”

“Saat dokuzdan sonra gel buraya.”

“Gelirim Zafer Amca!”

Seğirterek, sevinçle gitti Zeynep.

Arkasından bir süre baktı Zafer Bey.

“Tüm insanlar birbirlerini, bu çocukların sevdiği gibi sevseler, dünyaya barış ve kardeşlik egemen olurdu herhalde,” diye geçirdi içinden.

“Günaydın Büyükbabacığım!” diyen sesle geriye döndü.

Cemre’ydi bu.

“Günaydın Prensesim.”

Cemre Büyükbaba’sının boynuna sarıldı. Öptü onu. O da onu öptü.

Az önce Zeynep sütünüzü getirdi yine.

“Ay! Keşke uyandırsaydın beni Büyükbabacığım!”

“Dokuzdan sonra gelecek. Öğle sonuna kadar birlikte olacaksınız yine.”

“Büyükbabacığım, inanır mısın ben de çok üzülüyorum; ayrılacağız, diye.”

“O da çok üzülüyordu ama artık üzülmeyecek o kadar.”

“Ne oldu ki?”

“Zeynep’i de şimdiden dayının düğününe çağırdım. Bir kez daha görüşeceksiniz o zaman. O nedenle çok sevindi.”

“Valla sen bir tanesin Büyükbabacığım! Nasıl da şeneltiveriyorsun hemen karamsar yürekleri. Gerçekten ben de çok sevindim işte buna!”

“Bırak şimdi beni tavlamayı da yüzünü yıka gel. Kahvaltı için yardım et bana. Şimdi kalkar seninkiler; “acıktık Büyükbaba”, diye.”

“Tamam Büyükbabacığım.”

Kahvaltı sofrasını kaldırmışlardı ki Zeynep geldi. oldukça neşeli görünüyordu. Emre’yse işin gırgırındaydı:

“Bugün ayrılırken, en çok kağıt mendili kim ıslatacak bakalım?” diye kızlara dokundurma yaptı.

“Hiç kimse ıslatmayacak Şehzade Hazretleri,” dedi Cemre. “Bundan mutluluk duyacak olanların da hevesi kursağında kalacak.”

“Nasıl olur? Bugün ayrılık günü değil mi?”

“Ayrılık günü ama kimse ağlamayacak,” dedi Zafer Bey. “Bir süre sonra yeniden buluşma umudunu yüreğinde taşıyanlar ağlamazlar.”

“Ben bir şey anlamadım.”

“Dayımın düğününe Zeynep de çağrılı akıllım,” dedi Cemre. “Neden ağlayalım ki?”

“İşte buna ben de sevindim,” dedi Özgün.

“Yaşasın,” diye bağırdı Emre. “Düğüne gelenler “Yaman Dörtler”i görsünler bir.”

Bulaşıkları Cemre’yle birlikte yıkayıp kaldırdı Zeynep.

Daha oturmamışlardı ki bir araç gürültüsüyle dikkat kesildiler. Bir traktör sesiydi bu.

“Yayla’ya gelen ya da Evkaya Deresi’ne giden bir piknikçi olabilir,” dedi Zeynep.

Bahçeyi çepeçevre saran kıyıdan yol görünmüyordu.

Merak ettikleri için çocuklar ayağa kalkmış, bahçenin kıyısından geçecek traktörü görmek istiyorlardı. Gürültüsü giderek arttı. Bahçenin kıyısına gelince hızı yavaşladı ve havuzun önünde durdu. Dalların arasından traktörün sürücüsünü seçmeye çalıştı Zafer Bey. Seçti de. Bu Mustafa Yılmaz’dı. “Çok erken geldi,” diye düşünürken; traktörün römorkundakiler dikkatini çekti. “Olamaz!” dedi kendi kendine. “Uyanıkken düş mü görüyorum yoksa. Oysa düş değildi. Bu gerçeğin ta kendisiydi.”

Bu sırada çocukların çığlığı doldurdu bahçeyi.

“Özgür dayım geldi! Aylin ablam, anneannem, teyzem geldiler!..”

Ardından peş peşe seğirttiler bahçeden dışarı. Onları karşılamak için kulübenin arkasına dolandılar.

Habersizce iyi bir sürpriz yapmışlardı doğrusu! Beğenmişti bu küçük oyunu Zafer Bey. O da yürüdü bahçeden kulübenin arkasına.

O varıncaya değin traktörün arka kapağı açılmış, hepsi de inmişlerdi aşağı. Ortalık ana baba gününe dönüşmüştü bir anda. Heyecanlı konuşmalar, sevinç dolu gülüşler, içtenlikli sarılmalar, öpüşmeler, hal hatır sormalar… Bir bayram havasında oldukça duygulu anlar yaşanıyordu şimdi havuzun önünde.

(SÜRECEK)