“Şaka yaptın yani?”

“Herhalde.

Akşam yemeğinden sonra radyoyu açtılar.

Beraber ve solo şarkılar vardı.

Bayan sanatçılardan biri Zafer Bey’in sevdiği şarkılardan birisini söylemeye başlamıştı. Çok güzel yorumluyordu.

Akşam oldu hüzünlendim ben yine

Hasret kaldım gözlerinin rengine.

(…)

Ortalık kararmaya başlamıştı. Ay bu akşam biraz daha geç doğacaktı.

Çocuklar, Zafer Bey’den bir öykü anlatmasını istediler. O da kendi öykülerinden birini anlattı onlara.

Öykünün adı; ‘Evin Erkeği’ idi. Dar geçimli kalabalık bir aile çocuğudur Hasan. İşleri ters gidip oldukça borçlanan babası gurbete gider; iki buçuk yıl dönmez. Hasan, o küçük yaşına karşın evlerinin geçimini yükümlenip; yerine göre kırda hayvanlarını otlatan bir çoban; bağ bahçe işlerinde çalışan bir ırgat; orakta, harmanda çalışan bir çiftçi; dağdan evlerinin kışlık yakacağını taşıyan bir oduncu ve derslerini de aksatmadan çalışan, sınıflarını da pek iyi dereceyle geçen başarılı, çalışkan bir öğrencidir ...

Öykü çocukların çok hoşuna gitti. Hayran kaldılar Hasan karakterine.

Bu gece Yayla’da son geceleriydi. Ay, Karadağ’ın doğu ucundan kocaman bir kızıl tepsi gibi uç verirken onlar da uyku tulumlarına girip derin bir uykuya daldılar.

BEKLENMEDİK KONUKLAR

Zafer Bey yeni bir güne daha kalktı erkence. Uyuyan çocukların yanından kalkarak üzerini giyinip dışarı çıktı. Hafif bir serinlik vardı. Güneş, Akdağ’ın doğu ucundan yeni bir günü başlatıyordu. Havlusunu diş macunu ve fırçasını alıp kulübenin arkasına, havuza dolandı. Buz gibi suyla iyice kendine geldi. Bir de tıraş oldu. Dağ başı da olsa her gün düzenli tıraş olurdu Zafer Bey. Düzenli ve bakımlı olmayı prensip edinmişti.

Akşama kısmet olursa Çorum’da olacaktı. Oğlunu çok özlemişti. Öğle sonu toplanır, Mustafa’nın traktörüyle köye iner, oradan da Çorum’a hareket eder, oğluyla buluşurlardı. Hem çocuklar da kaç zamandır görmedikleri dayılarını görmüş olurlardı böylece.

Yayla’daki kamp yaşamı hem kendisi, hem de çocuklar açısından çok iyi olmuştu. Bu birkaç günlük tatilin, beden ve ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini uzun süre yaşayacaktı mutlaka.

Çadırın yanı başına oturup günlük defterini çıkararak, 13 Temmuz 2003 Pazar, diye yazdı üst sağ köşeye. Sonra, bir gün önce yaşadıkları olayları yazdı. Ardından düşündü:

“Demek ki,” dedi kendi kendine. “Bizim Yüceçal’ın etekleri de geçmiş uygarlıklardan bir şeyler gizliyor. O gizi de bazı uyanık kaçak define arayıcıları çözüyor. Çözmekle kalmıyor, kazarak çok değerli tarihi eserler buluyorlar. Köyümüzün arazisi içinde olduğu halde köy yönetiminin bundan haberi olmuyor. Bundan böyle daha dikkatli olunmalı, yeni kaçak kazılara izin verilmemelidir. Sanırım arkeoloji uzmanlarının oralarda iyi bir araştırma yapmaları gerekecek.”

Saat 7.30 da Zeynep süt şişesiyle geldi.

“Günaydın Zafer Amca,” dedi.

“Günaydın kızım. Hoş geldin!”

“Hoş bulduk Zafer Amca.”

“Ne var, ne yok?”

“Yaramaz bir durum yok.”

Süt şişesini elinden alıp, boşalttı kulübedeki kovasına.

Üzgündü Zeynep. Dokunsan ağlayacak gibi görünüyordu.

“Biliyorum üzgünsün Zeynepçiğim. Ama ayrılmak, bir daha

görüşemeyeceğiniz anlamına gelmez ki.”

“Çok alışmış, çok sevmiştim üçünü de.”

“Onlar da seni çok sevdiler.”

Zafer Bey aklına bir şey gelmiş gibi:

“Sahi Zeynep,” dedi. “Sen Ankara’ya ne zaman döneceksin?”

“Ağustos’un sonunda.”

“O zaman ben sizleri Ağustos ayında bir kez daha görüştürebilirim.”

“Ciddi misiniz?”

“Elbette.”

“Nasıl?”

“22 Ağustos’ta oğlumun düğünü var. Halanlar, eniştenler Çorum’dalar. Onlara gelir, onlarla birlikte düğüne katılırsın. Düğünde de Cemre, Özgün ve Emre’yle birlikte olursunuz.”

Heyecanlanmıştı Zeynep.

“Doğru mu söylüyorsun Zafer Amca?”

(SÜRECEK)