“Adını duydum o Pala denilen adamın,” dedi Yüzbaşı. “Tarifiniz ona aynen uyuyor. Karda yürüyüp izini belli etmeyen, uyanık, kurnaz birisi. Kaç zamandır izindeyiz. Başka konuda da sabıkası varmış onun.”

Mağaranın yerini, Kemerin Dere’nin üç dört yüz metre ilerisinde olarak tarif etti Zeynep.

Yüzbaşı Ahmet Bey:

“Celal’in tarifiyle uyuşuyor mağaranın yeri,” dedi. Ardından: “Çocukların adını bu işe hiç bulaştırmayalım Hocam,” dedi Zafer Bey’e. “Biz şimdilik ihbar işini gizli tutuyoruz. Köylü ihbarın kim tarafından yapıldığını bilmemeli. Köy kurul üyelerinden Celal’i köyden rehber olarak aldık. Mağaranın yakınına kadar yol varmış. O bize mağarayı gösterecek. Dağın her yanını avucunun içi gibi biliyormuş,” dedi.

“Nasıl isterseniz Komutan,” dedi Zafer Bey.

Saatine bakan Yüzbaşı:

“Bize izin sayın Hocam. Saat üç buçuk olmuş. Biz şu operasyonumuzu tamamlayalım. Dönüşte görüşürüz.”

“İzin sizin komutan. Şansınız açık olsun!..”

“Sağ olun!”

“Hoşça kalın,” dedi İsmet Bey de.

Poşetteki örnek eserleri almayı da unutmadılar.

Bahçenin dışına kadar uğurladılar onları.

Celal’le askerler havuzun önünde, kavakların gölgesinde oturmuş söyleşiyorlardı. Hemen ayağa kalktılar.

Yüzbaşı Ahmet Bey:

“Kemerin Dere’nin üstündeki mağaraya gideceğiz,” dedi Kurul üyesi Celal’e. “Arabaları, kaçakçıların göremeyeceği ve sesinin duyulmayacağı bir uzaklığa bırakmamız gerekir! Onu sen belirleyeceksin Celal!”

“Komutanım,” dedi Celal. “Askerliğimi ben de jandarma olarak yaptım. Kaçak işini az çok bilirim. Araçları Evkaya’nın önüne bırakırız. Mağaranın önüne yürüyerek 15-20 dakikada ulaşırız. Yeniyetmeliğimde, Yayla’da kaldığımız dönemlerde çok davar güttüm buralarda. Avucumun içi gibi bilirim dağın her yanını.”

“Peki o zaman, gidiyoruz arkadaşlar!”

Araçlarına binip Yayla yönüne doğru gazlayıp giderken, onlar da el salladılar arkalarından.

Evkaya Deresi’ne inen araba yolu, birkaç dönemeçten sonra karşı yamaca çıkıyor; oradan da dağın çıplak doruğundan arka yüze aşıyordu.

Kurul üyesi Celal’ın belirlediği gibi, Evkaya Deresi’nde suyun kıyısında indiler araçlardan. Sürücüleri, fundalıkların duldasına çekti arabalarını. Yanına kadar gelmeyince kimse göremezdi araçları.

Yüzbaşı Ahmet Bey, Celal’e:

“Kaçakçılar dağınıza gelerek kazı yapıyor; duymuyorsunuz! Birçok tarihi eser ele geçirip bir mağarada gizliyorlar, haberiniz olmuyor! köy yönetimi olarak uyuyor musunuz Celal? Bu nasıl aymazlıktır? Doğrusu bir türlü anlayamıyorum!”

“Komutanım, ne deseniz haklısınız. Ucu bucağı bulunmaz koca bir dağ bizim dağımız. Eskiden Yayla’da ilk yazdan son güze kadar otuz kırk evlik insan olurdu. Bunların malı davarı bulunurdu. Yani dağ taş da insan kaynardı. Yabancı barınamazdı buralarda. Şimdi öyle mi ya. Göç olayı köyleri bitirdi. Özellikle de bizim köyü… İnsansızlıktan dağ taş ıssızlaştı, sessizleşti. Orman gelişti. Şimdi Yayla’da iki üç aile ancak bulunuyor. Hal böyle olunca, haydutta barınıyor dağlarda, hırsız da. Eşkıya da kol geziyor, kaçakçı da… Ama biz ne yapabiliriz ki?”

“Bunlar mazeret değil Celal! Köy yönetimi, kendi köyünün, insanının, arazisinin güvenliğinden sorumludur. Arada bir köy bekçiniz köyünüzün tüm arazisini dolaşmalı, kolaçan etmeli her yanını. Kuşku uyandıran yabancılar anında bildirilmeli jandarmaya. Bunu göremediğimiz muhtarınıza aynen böyle iletin!”

“Baş üstüne komutanım!“

“Başka mağara var mı buralarda?”

“Daha önce de dediğim gibi, yoktur. Orayı da benim gibi çobanlık yapanlar, bir de avcılar bilirdi eskiden. Şimdi ise pek bilen çıkmaz yeniyetmelerden. Oraya, “Kurt ini” derdik biz. Girişi dar, içi derin bir mağaradır. Ağzı kuzeye baktığı için içerisi çok karanlıktır. Işıksız girilmez.”

Arabaları sürücüleri ve bir erle bıraktılar oraya. İsmet Bey de arabada kaldı.

Yüzbaşı, İsmet Bey’e ve arabaların sürücülerine:

“Mağarayı bulduğumuzda Celal’i geri göndereceğim. Operasyon sonunda, telefonla sizleri aradığımda, mağaraya en yakın noktaya arabalarla gelir, oradan da yine Celal’le birlikte yanımıza ulaşırsınız,” dedi.

“Tamam Komutan,” dedi İsmet Bey. “Şansınız açık olsun!”

“Sağ olun!” dedi.

(SÜRECEK)