“Öyle deme Abi. Rahmetli anam derdi ki: “Dağ deyip danılama. Dağın da kulağı vardır.” Ummadığın en ıssız yerde bile seni duyan, sırrını yayan olur.”

“Hadi canım sende!”

“Abi yine de çok dikkatli olalım!”

“Tamam tamam,” dedi Pala. “Malı bir daha yoklayalım. Azığımızı da alıp çıkalım. Ondan sonra işimize bakalım.”

Sonra ikisi birden kayanın arkasında gözden kayboldular.

Çocuklar derin bir soluk alıp koyuverdiler.

“Bir an bizi gördü de tabancayla gelip tepemize dikilecek sandım,” dedi Zeynep kısık bir sesle.

“O Kuru Mıstık dediği adam da bizi görmüş gibi; ”yerin kulağı vardır”, demez mi. Yakalanacağız diye ödüm koptu açıkçası!”

“Biraz daha yavaş konuşalım Bizi duymasınlar.” dedi Özgün.

“Kimdi onlar Zeynep? Tanıyor musun?”

“Hayır tanımıyorum Cemre. Bizim köylü değiller!”

“Nereye kayboldu bu adamlar?

“Mağaranın girişi o kayanın ardındaydı Emre. Adamlar mağaraya girmiş olmalılar!”

“Tabancası da vardı Pala’nın!”

“Bunlar yasadışı adamlar. Mal tesliminden söz ediyorlar!” dedi Özgün:

“Yaptıkları kaçak işi ne olabilir ki Zeynep?”

“Bilemiyorum Emre.”

Cemre heyecanla:

“Görünmeden bırakıp gidelim buradan. Görürlerse, bize zararları dokunur bunların.”

“Acele etme Cemre. Biraz beklemekte yarar var. ”Adamlar mağaraya girdiyse; biz uzaklaşmadan çıkabilir, bizi de görebilirler.

“Özgün doğru söylüyor Onlar buradan uzaklaşmadan yerimizden kımıldamayalım diyorum ben de.”

“O zaman da gitmemize zaten gerek kalmaz Emre. Buraya kadar gelip de mağarayı görmeden gitmek olur mu?”

“Olmaz elbet Zeynep,” dedi Özgün. “Hem adamlar mağaraya ne için girdi? Malı yoklamaya girdi. Ne malı olduğunu hiç merak etmiyor musunuz?”

“Etmez olur muyuz? Ne gizlediklerini öğrenmeden şuradan şuraya adım atmaz dedektif Emre.”

Güldü Özgün:

“Tamam Emre,” dedi. “Güvenlik amirin olarak bu işi çözmeye, seni görevlendirdim. Göster kendini!”

“Baş üstüne Amirim!”

“Neyi çözeceksiniz Allah aşkına!” dedi Cemre kısık bir sesle. “Siz başınıza bela mı sarmak istiyorsunuz? Adamlar silahlı. Çekip gidelim şuradan sessizce.”

“Gidemeyiz canım,” dedi Özgün fısıltıyla. “Bak adamlar göründü bile. Ses çıkarmayın!”

Adamlar sırt çantalarıyla görünmüşlerdi. Çocuklar kayanın ardında biraz daha büzüldüler.

“Acıktık,” dedi Pala arkadaşına. “Şuradan ormanın içindeki kaynağın başına gidelim. Hem karnımızı doyurur, hem de adamlar gelinceye kadar yatarız oralarda.”

“İyi olur Abi. Oralar sapa olduğu için kimselere de görmez bizi.”

“Yürü bakalım öyleyse. Akşama zengin oluyoruz Malı almaya gelen arabayla da ilçeye ineriz..”

“Yaşasın!..” diye bağırdı Kuru Mıstık dediği arkadaşı. Sonra geldikleri yöne doğru yürüyüp, gözden kayboldular.

Çocuklar da derin bir soluk aldılar. Doğrusu oldukça korkmuş ve de şaşırmışlardı.

“Gittiler,” dedi Emre.

Hemen sıra kayalığın önüne çıktılar. Orası hafif düzlüktü. Mağaranın önündeki koca bir karaçalı girişini gizliyordu ama engellemiyordu. Giriş yarım metre eninde bir metre boyunda kara bir delikti. Kuru bir karaçalı konmuştu deliğin önüne.

“İşte mağaranın girişi,” dedi Zeynep. “Adamlar bir de çalıyla kapatmış önünü.”

“Mutlaka içeride bir şeyler saklıyor bu adamlar,” dedi Emre. “Hem de filmlerdeki kötü adamlara benziyorlar.”

Özgün:

“Haklısın,” dedi Emre’ye. “Duyduklarım hiç hoşuma gitmedi zaten benim?”

“Mal tesliminden bahsetmişti. Hem de peşin parayla.”

“Ne malıysa?” dedi Zeynep.

“Ne malı olacak,” dedi Cemre. “Televizyon haberlerinde de izliyoruz ya bazen. Esrar, eroin işidir herhalde.”

“Git Allah aşkına!” dedi Emre. “Dağ başında esrar, eroin ne gezer?”

(SÜRECEK)