Çocukların coşkusu görülmeye değerdi.

“Ne kadar güzel oldu Büyükbaba,” diyorlardı.

Özgün:

“İnsan burada bir hafta değil, bir ay bile kalır,” derken, Emre de: “Bahçedeki ağaçlar ve kıyılar ne güzel gelişmiş,” diyordu.

“Sözün kısası, cennet gibi bir yer,” diye tamamladı Cemre:

“Büyükbabanızın değerini bilin yeğenlerim,” dedi Mustafa Yılmaz. “Sizler için katlandığı şu özveriye bakın.”

“Büyükbabam bir tanedir,” diyen Cemre sarılıp öptü Zafer Bey’i.

“Dur yavrum! Üstümüzün başımızın tozuyla duruyoruz daha.”

Emre’yle Özgün de kucaklayıp öptüler Büyükbaba’larını.

“Bizler için yaptıklarına çok teşekkür ediyoruz Büyükbabacığım,” dediler.

“Çadırın tabanına kuru ot serelim Dayı,” dedi Mustafa. “Onu da sizler için Mehmet Ağabey düşünmüş; önceden biçip hazırlamış. O da kurumuş, Temmuz sıcağında tam yataklık olmuş.”

Çocuklar hemen seğirttiler otları getirmek için.

“Durun yeğenlerim,” dedi Mustafa. “O sizin işiniz değil; ben getireyim onu.”

“Mustafa, iyice kurumuş olan çayır otlarını kucak kucak taşıdı çadırın tabanına. Güzelce serdi. Getirdikleri çulu da onun üzerine serdiler. Bir de sırtüstü uzandı yere.

“Valla yataktan farksız olmuş Dayı,” dedi. “Sahi üstünüze ne örteceksiniz?”

“Uyku tulumlarımız var ya,” dedi Özgün. “İçine girip, cırcırını da çekti mi tamam.”

“Valla duydum da, nasıl bir şey olduğunu görmedim.”

Emre:

“Ben hemen getireyim Mustafa Ağabey.”

Gidip getirdi. Evde birkaç kez denemesini yapmıştı zaten. Cırcırını açıp girdi içine, sonra kapattı cırcırını. Uzandı yere.

“Nasıl, rahat mı?” diye sordu Zafer Bey.

“Çok rahat Büyükbaba.”

“Ne iyi,” dedi Mustafa Yılmaz. “Yazıda yabanda yatmak için, bir tane de ben mi alsam acaba?”

“Hiç fena olmaz,” dedi Zafer Bey. “Eksi on derecede bile koruyor, üşütmüyormuş insanı. Üstelik pahalı bir şey de değil.”

“Ne iyi yav Dayı.”

“Bir tane de sen al Mustafa Ağabey,” dedi Özgün.

“Almalı yeğenim.”

Ardından Zafer Bey’e dönerek:

“Allah kolaylık versin sizlere. Neşeniz de bol olsun. Sanırım artık izin verirsiniz bana.”

“Çok teşekkürler Mustafacığım. Artık serbestsin. Ancak…” sözünün sonunu getirmedi.

“Ancak, dedi Cemre. “Birlikte birer ayran içelim de ondan sonra gidin Mustafa Ağabey,”

Mustafa geriye döndü. Cemre bir şişe ayran ve plastik bardaklarla gülümseyerek dikiliyordu karşısında.

Yüzü ışıdı Mustafa Yılmaz’ın.

“Çok sağ ol, güzel yeğenim!” dedi.

Zafer Bey ayran şişesini açıp, doldurdu bardaklara. Hep birlikte içtiler.

“Kesenize bereket. Hoşça kalın Dayı.”

“Güle güle Mustafa.”

Traktörüne binip çalıştırarak havuzun önüne çıktı Mustafa. Zafer Bey emeğinin hakkını vermeyi de unutmadı. Mustafa almak istemediyse de:

“Hiçbir emek karşılıksız kalmamalı Mustafacığım. Hatırın var olsun!” dedi.

“Allah razı olsun Dayı,” diyen Mustafa, traktörünü çalıştırıp, gazladı gitti.

Suyla elini yüzünü buluşturdu, Zafer Bey. Güneş yükselmeye, hava da kızdırmaya başlamıştı.

Çocuklar bahçeyi dolaşıyorlardı. Yanına çağırdı onları. Koşup geldiler. Oturdular çadırın önüne.

Zafer Bey çocuklara:

“Nasıl, beğendiniz mi buraları?” diye sordu.

“Çok güzel yerler Büyükbaba!” dediler.

“Daha çok güzel yerler göreceksiniz çocuklar,” dedi. “Sizlerin her konuda akıllı, bilinçli ve duyarlı davranacağınızı biliyor, size güveniyorum. Ama yine de bazı uyarılarda bulunmayı yararlı görüyorum. Bahçeye kendi bahçemizmiş gibi bakacağız. Yani zarar vermeyeceğiz. Akşamlara kadar sürekli burada olmayacağımız için, buradan ayrılırken dışarıda bir şey bırakmayacağız. Bir şey olacağını sanmıyorum ama burası dağ başı, yine de önlemli davranacağız.

(SÜRECEK)