“Terliyken su içilmeyeceğini biliyorsunuz değil mi çocuklar?” dedi Zafer Bey. “Bu suyun soğukluğu üzerine ne söylemiştim?”

Özgün, Büyükbaba’sının söylediği o dizeleri ezberlemişti. Hemen iki dizesini söyledi:

“Suyu öyle soğuk ki çatlatıyor karpuzu.’

İçimi de doyumsuz, hem de aratmaz buzu.”

Zafer Bey:

“Başınızın çatlayacak değin ağrımasını istemiyorsanız, terinizin soğumasını bekleyeceksiniz.” dedi.

“Tamam Büyükbaba,” dediler.

Hepsi de yüzlerine birer avuç su çalıp, geri çekildiler.

“Su gerçekten çok soğukmuş,” dediler.

Oturdular Zafer Bey’in yanına.

Bir süre oturup söyleşerek dinlenen çocuklar, sularını içtiler

“Çevreyi gezebilirsiniz çocuklar,” dedi Zafer Bey.

“Elbet, Zafer Amca“ dedi. “Ben rehber olurum onlara.”

“Şimdilik hoşça kalın” diyen çocuklar, çevreyi dolaşmaya çıktılar.

Zafer Bey fundalığın gölgesine uzanıp, biraz kestirdi. Sonra kalkıp bir şeyler yazmak istedi ama gözü almadı. Havanın ağırlığı kurşun gibi çökmüştü üzerine. Kalkıp elini yüzünü yıkadı, kendine geldi.

Bir süre sonra çocukların ayak patırtılarını duydu. Koşa koşa geliyorlardı. Emre en öndeydi. Daha yanına gelmeden heyecanla bağırdı:

“Büyükbaba, bir tilki gördük!..”

Sonra Gamsız’la diğerleri de geldiler yanına koşarak. Dördü de soluk soluğaydı. Heyecandan ve sıcaktan pancar gibi kızarmıştı yüzleri. Köpek de korkmuş olmalı ki ağlar gibi sesler çıkarıyordu Zeynep’in yanında.

Hepsi birden konuştuğundan hiçbir şey anlaşılmıyordu.

“Şunu tek tek anlatın bakalım,” dedi Zafer Bey. “Önce seni dinleyelim Özgün.”

“Birden görünce davar köpeği sandık Büyükbaba! Şöyle dimdik kulakları vardı!” dedi heyecanla.

Peşinden Cemre aldı sözü:

“Ya kuyruğu? Kocamandı Büyükbabacığım! Yerde sürünüyordu neredeyse!”

“Biz ondan korktuk ama o da bizden korktu! Öyle bir kaçtı ki!...” dedi Emre.

“Ne bildiniz tilki olduğu?”

“Zeynep söyledi,” dedi Özgün.

Zeynep hepsinden sakindi. Zafer Bey, Zeynep’e dönerek:

“Zeynep sen anlat kızım.”

“Zafer Amca, ben daha önce de kurt ve tilki gördüğüm için, onları birbirinden ayırt edebiliyorum. Gördüğümüz tilkiydi. Yukarıdaki derenin yamacına çıkmış, bir meşe ağacının altına oturmuştuk. Oradaki görünüm de çok güzeldi. Sözü söyleşiyi bırakmış, çevreyi seyrediyorduk. Birden beş altı metre ötemizde meşelerin arasından belirdi. Gamsız hırlamaya başlayınca, birden durup, bizden yana döndü. Çok kısa bir süre göz göze geldik. Donduk kaldık. Sonra kurşun gibi fırlayıp koşarak, meşelerin arasında gözden kayboldu.”

“İlk gördüğüm de köpek sanmıştım,” dedi Cemre. “Ama sonradan, Zeynep tilki olduğunu söyleyince açıkçası çok korktum!”

“Ben hiç korkmadım,” dedi Özgün.

Yüreklilik gösterisinde Emre de ondangeri kalmadı.

“Ben de korkmadım. Kurt da olsa, yine korkmazdım!”

“Elbet canım,” dedi Cemre. “Hiç korkarlar mı! Korkmadılar da sadece dili dişi tutuldu gariplerimin.”

İkisi birden tepki gösterdiler Cemre’ye.

“Elbette korkmadık. Erkekler korkmaz,” dediler.

Zafer Bey yatıştırmaya çalıştı onları:

“Tamam çocuklar, tamam! Korkmak, utanılacak bir şey değil ki. Tanımadığınız, bilmediğiniz bir hayvandan korkmanız gayet doğaldır. Korkunuz; ondan size bir zarar gelebileceği endişesindendir. O da sizden korkmuş olmalı ki görür görmez kaçmış. Onun ki de doğal bir tepki.”

“Gamsız bile korktu,” dedi Zeynep. “Çünkü, tilki ondan hem daha iri, hem daha güçlü. Kavgada, Gamsız duramaz karşısında. Ama buna karşın, bırakın saldırmasını, insanı görür görmez kaçıyorlar.”

“Doğru söylüyorsun kızım.”

Ardından çocuklara dönerek:

“Görüyorsunuz, daha önce benim söylediklerimle, Zeynep’in söyledikleri örtüşüyor. Televizyonlardaki belgesellerde izlediğiniz yabanıl hayvanların bazılarını, doğada canlı olarak görebilmeniz sizin için büyük bir şans sayılmalıdır.”

(SÜRECEK)