“İş, güç, hayvanların bakımı, yemek, bulaşık derken… yoruluyor artık. O benden de arık. Gözü almadı gelmeye. Ne de olsa yaşlandı. Çokça selam gönderdi sizlere.”

“Getiren, gönderen sağ olsun. Allah sağlık esenlik versin sizlere.”

Cemre’yle Zeynep, Zafer Bey’in anımsatmasına gerek kalmadan, çadırın tabanındaki çulu toplayıp getirdiler. Çadırın yanı başına çayıra serdiler güzelce.

“Buyurun, oturabilirsiniz,” dediler.

“Kızlarım da ne kadar akıllı. Leb demeden leblebiyi anlıyorlar.”

Hep birlikte çulun üzerine oturdular.

Zafer Bey de söyleşinin kapısını sinsin ateşinden açacakken, Özgün sorusunu sordu:

“Sahi şu “sinsin ateşi” nedir Büyükbaba?”

Kendine has tavrıyla güldü Sağlıkçı Musa.

“Hadi bakalım buyur Zafer Bey. Cevap ver bu soruya!”

“Bir görevimiz de onları bilgilendirmek Musa Ağabey. Anlatırız ne olduğunu.”

Sonra çocuklara dönerek:

“Çocuklar,” dedi. “Köy düğünlerinde davul zurna eşliğinde ‘halay’ çekildiği gibi; ‘sinsin’ de oynanırdı, şenlik olsun diye.”

gidi günler hey!” Diyerek derin bir iç geçirdi Sağlıkçı Musa. ”Dediğin gibi, o günler geçmişte kaldı, gözünü sevdiğim Zafer Bey!..” dedi.

“Haklısınız. Geçmişte kaldı kalmasına da, “sinsin oyunundan önce, köy düğününden söz etmeliyim kısaca. Çocuklar da bilgilensinler bu konuda.”

“İyi olur,” dedi Sağlıkçı Musa. “Bizi de şöyle bir eskilere doğru götürmüş olursun böylece. Çünkü şimdiki düğünlerde eskinin hazzını ve tadını bulamıyorum ben.”

“Çocuklar,” diye söze başladı Zafer Bey.

“Köylü ilk yazdan son güze kadar, yazıda yabanda işiyle gücüyle cebelleşir; kış dirliğini düzerdi. Yani kışlık yiyecek, giyecek ve yakacağını temin ederdi. Bundan böyle onlar artık, kış boyunca sırtüstü yatıp, dinleneceklerdir. Kış, bir bakıma avaralık mevsimidir. Tüm köylü köyünde, evindedir artık. Yazı yaban, bağ bahçe işleri yoktur. Ancak; oğlunu ya da kızını evlendirecek olan aileler, yıllık kazançlarının bir bölümüyle düğün hazırlığı yapmışlardır. Mevsimin kış olması düğüne engel değildir. Hava soğuktur, kar, fırtına vardır, denilmez. ‘Fırsat, bu fırsattır diyerek, düğün dernek kurulur kış avaralığında. Köyün gençleri, düğünü şenlendirmek için oyunlar çıkarır, halay çekerler. Akşamları da şenlik olsun diye, “sinsin ateşi” yakılır, sinsin oynanır. Sinsin ateşi ya caminin önündeki alanda; ya da Dereyol Mahalle’deki Sığır Eğreği’ne yakılırdı. Adam boyunca meşe odunu konik biçimde dikine dizilir, üzerine de gazyağı dökülüp tutuşturulurdu. Biz buna, “sinsin ateşi” deriz. Gece zifiri karanlıktır. Tüm köyün erkekleri yediden yetmişe, alanın çevresine halka olmuşlardır. Yanan odunların yalımları alev alev yükselir göğe yukarı. Gecenin zifiri karanlığında şavkı geceyi gündüze çevirir sanki. Sinsin ateşinin çevresinde de davul gümbürtüsü, zurna sesi eşliğinde köyün yağız delikanlıları kıran kırana sinsin oynarlar.”

“Sinsin nasıl oynanır Büyükbaba?” dedi Emre.birisi yanan sinsin ateşinin önüne çıkar. Sol eli sırtında, Sağ elini de alnında siper etmiş durumdadır. Davulun temposuna ayak uydurarak sırayla ayakları üzerinde sekip arada bir iki elini birbirine vurup şaklatarak ateşin çevresinde döner. Yine arada bir durarak halka olmuş insanları gözetler. Sonra yine ellerini bir birine çarparak, “haydah!..” diye bir nara atar. Bu genç insan çemberi arasından aniden çıkıverecek herhangi bir oyuncuya yakalanmamak için çok uyanık olmak zorundadır. Oynarken sürekli yön değiştirerek çevresini denetler. Ateşin çevresinde dönüp, diğer gençleri de oyuna katmak için kışkırtır. Oyuna katılmak isteyen gençler ise, halka olmuş kalabalığın arasında pusudadır. Ortadaki oyuncu, saldırabilecek kişiden kaçıp kurtulmak için her an tetiktedir. Pusudakilerden birisi, ortadaki oyuncunun kendisine en yakın konuma yaklaşmışken, avını kollayan bir arslan tavrıyla ok gibi fırlayarak saldırır. Saldırıya uğrayan ortadaki oyuncu da ona yakalanmadan ve ondan darbe yemeden şaşırtmacalı bir koşuyla kurtulmaya çalışır; kendisini insan çemberinin dışına atar.

(SÜRECEK)