Köpeği yanına çağırdı Zafer Bey.

“Gel bakalım Gamsız!”

Köpek yaklaştı. Başını uzatıp Zafer Bey’i kokladı. O da başını okşadı hayvanın.

Zeynep:

“Şimdi dost oldunuz. Dostça tavrınızı asla unutmaz. Bundan böyle de size bir zararı dokunmaz. Bana karşı sert biçimde davransanız, sizi düşman beller. “Saldır” dersem, hemen saldırır. Evimizin önünden geçen yabancılara havlayacak olsa, “otur yerine” dediğimde oturur, sesini hiç çıkarmaz.”

“Ne akıllı bir hayvan. Gamsız beni alıp bundan tam otuz yıl öncesine götürdü. Bizim de buna benzer kara bir köpeğimiz vardı. O da çok akıllıydı. Aradan bunca zaman geçmesine karşın, onu hiç unutamam. Köpekler sahiplerine çok bağlı hayvanlardır. Yapılan iyiliği de asla unutmazlar.”

“Sonra ne oldu Zafer Amca?”

“Sonunu hiç sorma! Sonu tam bir dram.”

“Merak ettim doğrusu.”

Sonra, hepinize birden anlatırım. Sahi, neden ayaktayız. Geç şöyle otur kızım. Yatıyor bizimkiler daha.”

“Sağ olun Zafer Amca. Ben gideyim. Babaanneme yardım edeceğim.”

“Kendin bilirsin yavrum. Dur sana boş bir pet şişe vereyim.”

Kulübeyi açıp pet şişeyle birlikte, bir paket bisküvi, bir tane de çikolata çıkardı. Bir poşetin içine koyup uzattı.

Ayırtına vardı Zeynep:

“Bunları alamam Zafer Amca.”

“Alırsan, beni sevindirirsin. Hadi bakalım!”

Zeynep utanarak aldı.

“Teşekkürler Zafer Amca.”

“Güle güle kızım!.. Bolca selam götür dedenlere…”

“Baş üstüne! Söylerim. Hoşça kalın!”

Zeynep gitmek üzere döndüğünde:

“Zeynep!..” dedi Zafer Bey.

Zeynep geri döndü:

“Buyur Zafer Amca.”

“Söylemeyi unutuyordum az kalsın. Ormana doğru gezmeye ineceğiz. İşinizi bitirince, dedenlerden izin alıp, sen de gel bizimle.”

Zeynep’in yüzü ışıdı birden. Yanaklarına bir gül geldi, oturdu. Sanki böyle bir çağrıyı bekliyormuş gibi, heyecanına ve sevincine engel olamadı.

“Çok sağ olun, Zafer Amca!” dedi. “Hemen gelirim.”

Gamsız’la birlikte bir koşu tutturdu evlerine doğru.

Zeynep gittikten sonra piknik tüpünü yakıp, demlikle üzerine çay suyu koydu. Su kaynayınca da çayı demledi. Bir süre sonra çocuklar kalktılar. Sırayla gözlerini ovuşturarak çıkıp geldiler çadırdan, Büyükbaba’larının yanına.

“Günaydın Büyükbabacığım!” dediler.

“Günaydın çocuklar. Güzel uyuyabildiniz mi bari?”

“Hem de nasıl,” dedi Cemre.

Özgün coşkuluydu.

“Sanki düşte gibiyim Büyükbaba.”

“Ben de hala inanamıyorum yaşadıklarımıza. Birisi beni çimdiklesin de kendime geleyim,” dedi Emre:

“Havuzun suyu, sizi bekliyor, Gidin de bir güzelce yıkayın elinizi yüzünüzü. Hadi marş marş!”

Havlusunu, diş fırçasını ve macununu alan seğirtti suyun başına. Sonra, neşeli kahkahalarıyla çevreyi çınlatarak geldiler çocuklar.

Zafer Bey, kahvaltı sofrasını hazırlamaya başlamıştı zaten. Çocuklar da yardım ettiler. Zeytin, peynir, yumurta, çikolata kondu sofraya.

“Sabahleyin siz uyurken Zeynep süt getirdi size.”

“Ay canım!” dedi Cemre. “Zeynep, ne kadar tatlı, ne kadar sevecen bir kız, değil mi Büyükbabacığım?”

“Evet yavrum.”

“Bu iyiliğinin altında kalmamalıyız.”

“Kalmayız yavrum. Bir biçimde alırız gönlünü.”

“Çok da iyi yürekli bir kız,” dedi Özgün.

“Öyle…” dediler.

Zafer Bey, çaydan önce süt doldurdu çocukların bardaklarına. Neşe içinde kahvaltılarını yapıp kaldırdılar sofrayı. Bulaşıkları yıkayan Cemre’ye, Emre’yle Özgün de yardım ettiler; kaldırıp yerleştirdiler kulübedeki yerlerine.

Güneş yavaş yavaş yükseliyor, yine sıcak bir gün başlıyordu.

“Büyükbaba,” dedi Emre. “Suludere ormanını kuş bakışı bir seyredecektik hani.”

“Seyredeceğiz elbet. “Seyretmekle kalmayacağız; gezeceğiz de.”

“Ama ne zaman?”

Güldü Özgün’ün sorusuna.

(SÜRECEK)