Lokanta, çayevi, alışveriş dükkanları vardı dinlenme tesisinde. Dışarıda da yanıççılar, kebapçılar…

Bir yığın yolcu aracı diziliydi dinlenme tesisinin önünde. Işık sağanağı altında uykulu gözlerle dikilen ve gezinen insanlar. Tesis işçilerinden bazıları da park eden araçları yıkıyorlardı.

Özgün, yolcu kalabalığını yararak lavaboya gitti. Ardından elini yüzünü yıkayıp kâğıt mendille kurulandı.

Bahri Bey dışarıda onu bekliyordu.

“Gel lokantada bir şeyler yiyelim, Özgüncüğüm. Acıkmışsındır. Açıkçası ben acıktım.” dedi.

“Lokantaya ne gerek var Bahri Amca! Annem bir şeyler koymuştu yolluk olarak. Onları yiyelim. Hem meyve suyu falan da var.”

Arabaya bindiler. Yerlerine oturdular. Bahri Bey önlerindeki koltuğun ardındaki servis kapağını açarken, Özgün de poşeti açtı. Annesi köfte, sandviç, börek ve meyve suyu koymuştu. Önlerine bir mini sofra kurarak karınlarını bir güzelce doyurdular.

Bahri Bey:

Özgüncüğüm” dedi. “Ellerine sağlık annenin… Yiyecekleri gerçekten çok nefis ve güzeldi”

“Yarasın Bahri Amca.”

Bahri Bey çantasından çıkardığı büyükçe bir çikolatayı Özgün’e uzattı.

“Bu da benim sana sunumum”

Teşekkür eden Özgün çikolatayı alıp çantasına koydu.

Az sonra yolcular yerlerini alıp da yola koyulduklarında, onlar da koltuklarını yatırarak, derin bir uykuya daldılar.

İŞTE ÇORUM

Özgün, hafif bir sarsıntıyla gözlerini açtı.

Hızla gerçeğe döndü.

Sabah olmuştu.

Otobüsteydi, Çorum’a gidiyordu.

Yanında da Bahri Bey vardı. Otobüsün o kendine özgü tek düze vınıltısı sürüyordu.

“Günaydın Özgün!” dedi, Bahri Bey.

“Günaydın Bahri Amca! Geldik mi?”

“Geldik sayılır. Beş altı kilometrelik bir yolumuz kaldı. İyi uyudun mu bari?”

“İyi uyumuşum Bahri Amca. İnsan uyuyunca yollar çabuk bitiyor.”

“Gerçekten de öyle. Saptaman çok yerinde...”

Yolun iki yanında iş yerleri ve fabrikalar vardı. Ardından hafif bir dönemeci kıvrıldıklarında Çorum göründü. Arabanın sürücü yardımcısı, yolculara tek tek kolonya sunduktan sonra:

“Akşam yirmi otuzda başlayan ve on buçuk saat süren İstanbul-Çorum yolculuğumuz sonlanmak üzeredir. Seyahatinizde firmamızı seçtiğiniz için teşekkür ederiz. Kent içi servisimiz vardır. Yolculuğunuz geçmiş olsun diyor, iyi günler ve esenlikler diliyoruz,” dedi.

Özgün saatine baktı. Yediye beş vardı. Takvimi de 27 Haziran 2003’ü gösteriyordu.

Otobüs önce sola, sonra da sağa yönelip otogara girerken:

“Büyükbabam gelmiştir,” dedi Özgün.

“Gelmiştir,” dedi Bahri Bey.

Otobüs, yazıhanenin önünde durdu.

Yolcular sepetlikteki eşyalarını alıp, inmeye başladılar. Bu sırada pencereden dışarı bakan Özgün Büyükbaba’sını gördü. Simgesi olan beyaz şapkası başındaydı yine.

“Büyükbabam gelmiş Bahri Amca,” dedi heyecanla.

El salladı Büyükbaba’sına. O da onu görmüştü. Gülerek eliyle karşılık verdi.

“Gözün aydın Özgüncüğüm. Yolculuğun da geçmiş olsun.”

“Sağ ol Bahri Amca. Size de geçmiş olsun.”

Onlar da ellerindeki poşetleriyle indiler arabadan. Özgün merdivenlerden iner inmez atıldı Büyükbaba’sının kollarına. Sarılıp kucaklaştılar bir süre. Büyükbaba’sı doya doya öptü Özgün’ü.

“Gözün aydın Zaferciğim,” dedi, Bahri Bey. “Torununa kavuştun. Çevreni gözün görmüyor hiç.”

“Ooo, Bahri Bey! Demek birlikte geldiniz?”

“Evet, Büyükbaba,” dedi, Özgün. “Bahri Amca’yla akşamüzeri otogarda karşılaştık, birlikte geldik.”

“Ne güzel rastlantı… Siz de hoş geldiniz Bahriciğim.”

Tokalaşıp, kucaklaştılar.

“Hoş bulduk. Ben Özgün’den önce iletmiş olayım size. Kızının, damadının da çok selamları var...”

“Çok sağ olun,” dedi, Zafer Bey.

(SÜRECEK)