Yine de bizler, kendimizi çok şanslı saymalıydık ağaçlara göre. Çünkü istediğimiz zaman, istediğimiz yere çekip gidebiliyorduk. Özgürce gezip tozabiliyorduk Ağacın çiçeğin, kuşun böceğin, taşın toprağın, havanın. suyun bol ve temiz olduğu yerlerde. Kısa bir süre de olsa yaşayabiliyorduk özgürlüğümüzü doyasıya.

Çirkin beton yığınlarından oluşan çok katlı yapılar yoktu kırsal alanlarda. Yoktu araç ve insan trafiğinin insanı çıldırtan gürültü ve karmaşası. Yoktu kirli eksoz dumanı; kalorifer bacalarının havamızı, suyumuzu ve bir çok şeyimizi kirleten isi pası. Kent içinde arabayla da olsa, bir yerden bir yere ulaşmanın dayanılmaz çilesi yoktu kırsal kesimlerde. Her şey iç içe, her şey tıkış tıkıştı kentte. Soluk kesici bir sıkıntıyı, “stres” denilen bir bunalımı yaşıyorlardı insanlar kentte.

Kırsal alanlar öyle miydi ya. Baharı ayrı, yazı ayrı bir güzellikteydi oraların. Bahar gelince; yeşilin her tonu ve renklerin her türüyle donanırdı doğa. Kuşlar ve böcekler oluşturdukları çoksesli korolarıyla bir açık hava konseri sunarlardı sizlere, parasız pulsuz olarak. Bu güzelliklerle ruhunuz tüm olumsuzluklardan arınır, tazelenirdiniz yeniden. Açıkçası, yaşadığınızın ayırtına varır; bunun coşkusunu, mutluluğunu ve güzelliğini yüreğinizin en ince can tellerinde duyumsardınız.

Bahar geldi yine.

Öyle özledim ki köyümü. Gece düşlerime giriyor. Bu Nisan yağmurlarından sonra ne güzel arınmış, ne güzel olmuştur kim bilir? Kırlar, bayırlar iyice yeşermiş; ağaçlar yaprağa ve meyveye durmuştur şimdi. Coşkulu bir bahar devinimi içindedir insanlar ve hayvanlar. Bir başka güzelliğe bürünmüştür köy önündeki Arpalık, Dutluk bahçeler. Pınarcıklar, Kavak, Karey, Kuycak bahçeler. Bendaltı’nda ırmağın iki geçesi... Köylü; kadını erkeği, çoluğu çocuğuyla, bağında bahçesinde, toprağını ekime ve dikime hazırlamaktadır coşkulu bir bahar sevinciyle.

Öykünün çocukların üzerindeki etkisini anlamak ister gibiydi.

Çocuklar sevinç ve coşkuyla yanıtladılar:

“Elbet biz de Çıkrık Köyüne gideceğiz Büyükbaba.”

Zafer Bey gülümseyerek:

“Evet, biz de köye gideceğiz çocuklar. Hem de hep birlikte. Bu öyküyü dayınız sizin yaşınızdayken bundan 15 yıl önce onun dilinden yazmıştım.”

“Çok güzel bir öykü bu Büyükbaba… Köy özlemi de çok iyi yansıtılmış,” dedi Özgün.

Emre:

Öyle özledim ki köyümü!..

Bu hafta sonu, bu güzellikleri yaşamak için babamla birlikte köye gideceğiz. Ya siz? Siz nereye gideceksiniz?”

Bu soruyla öyküsünü bitiren Zafer Bey, taslak öykü kitabını kapatarak bakışlarını çocukların üzerinde gezdirdi.

“Sadece köy özlemi değil, köyün doğasını çok güzel betimlemiş Büyükbabam.”

Cemre coşkulu bir ses tonuyla:

“Biz daha köye gitmeden köyümüz ve doğası konusunda da ön bilgi vermiş oldu Büyükbabam. Ya, biz çok şanslı çocuklarız biliyor musunuz Şehzade’yle Prens hazretleri!”

“Elbet biliyoruz Prenses” dedi Özgün “Ben daha şimdiden heyecanlanmaya başladım. Kim bilir ne güzellikler görecek, ne serüvenler yaşayacağız.”

“Büyükbaba” dedi Emre. “Köyün dağında yabanıl hayvanlar var mıdır?”

“Vardır. Dağda Suludere ormanında da bolca kurt, tilki, tavşan, yılan gibi yabanıl hayvanlar vardır.”

“Anne!..” dedi Cemre. “Ciddi mi söylüyorsun Büyükbaba? Gerçekten var mı dediklerin?”

“Şaka şaka,” dedi Zafer Bey. Olsa bile hep korkarlar insandan. Kaçar saklanırlar.”

“Ben tavşanla, yılandan korkmam da kurtla, tilkiden korkarım,” dedi Özgün.

“Ben yanınızda olacağım için sizin yerinize de korkarım,” dedi Zafer Bey. “O zaman sizin korkmanıza gerek kalmaz.”

“İlahi Büyükbaba,” dedi Cemre. “Bizim yerimize de korkacakmış! Oysaki Büyükbabam, hiçbir şeyden korkmaz!”

“Hayır, çocuklar” dedi. “Korkarım!”

Üçü de dönüp Büyükbaba’larının yüzüne baktılar.

Zafer Bey gülümseyerek:

“Size, zarar gelmesinden korkarım,” dedi

Üçü de gelip sarıldılar Büyükbabalarına; bir sevgi yumağına dönüştüler.

*

BİRİNCİ ROMANIN SONU

SÜREĞİ; YAMAN ÜÇLER

ÇIKRIK KÖYÜNDE