Cemre, anneannesini kucaklayarak:

“Ah canım anneanneciğim!” dedi. “Dayanamam ben senin üzülmene. Hadi kalk seni de götürüyoruz.”

Özgün’le Emre de gelip sarıldılar:

“Hadi anneanne!” dediler. “Kalk sen de gel bizimle.”

“Şaka yaptım yavrularım!” dedi Ayşe Hanım. “Şimdilik biraz işim var. Müze dönüşü telefon ederseniz, çıkabilirim çarşıya. Buluşur gezeriz birlikte.”

“Tamam, hanım” dedi Zafer Bey. “Saat tam dörtte postanenin önünde bulun. Oradan alırız seni.”

“Tamam,” dedi.

Kalkıp Fatih Caddesine indiler. Oradan da Osmancık Caddesi yoluyla Saat Kulesi’ne ulaştılar. Kuyumcular Arastası’ndan “Kubbeli Cami”nin önüne vardılar. Hava sıcak olmasına karşın, yine de kalabalık sayılırdı sokaklar. Şadırvanın önünde ellerini yüzünü yıkayan, köşede gölgede oturan yaşlılar vardı. Kubbeli cami tek minareliydi.

“Burası, eski Ankara Caddesi,” dedi Zafer Bey. Gördüğünüz gibi araç trafiğine kapalı.”

Caddeyi izleyerek Sancaktar Camii önüne vardılar. Oradan Nurettinbey Caddesi’ne geçtiler.

“Bu caddeye adını veren kişi, yani Nurettin Bey, Çorum mutasarrıflarındandır. 1913-1917 yılları arasında 3,5 yıl görevde kalmış, Çorum’a büyük hizmetler vermiştir. Onunla ilgili bilgiyi size evde vereyim,” dedi.

Caddenin sonunda, ‘Telekom’u buldular. Yoğun bir araç trafiği vardı bu caddede. Telekom Yapısı’nın önünde durdular.

“Burası, adını da gördüğünüz gibi Telekom Yapısı çocuklar, dedi Zafer Bey. “Bu caddenin adı da, ‘Cengiz Topel Caddesi’dir.

“Cengiz Topel kimdi Büyükbabacığım?” diye sordu Cemre. Adını duymuş gibiyim ama çıkaramadım.”

“Cengiz Topel, 1964 yılının Ağustos’unda Kıbrıs’taki Türklere saldıran Rumların, mevzilerini bombalarken şehit düşen bir pilotumuz yavrum. Daha ayrıntılı bilgiyi, isterseniz evde verebilirim size.”

“Sağ ol Büyükbabacığım, dedi Cemre. Şimdi anımsadım.”

“Çocuklar, şu yandaki yapı da ‘Sosyal Sigortalar Kurumu Yapısı.’ Bundan yirmi yıl önce bu iki yapının yeri kentin otogarıydı. Kentler arası yük ve yolcu taşıyan araçlar buradan kalkar; dışarıdan gelen araçlar da yolcularını burada bırakırlardı. Otogardan önce burası meydanlıktı. Salı günleri burada hayvan pazarı kurulurdu. Biraz önce önünden geçtiğimiz Telefoncular Sitesi’nin yerinde İtfaiye Müdürlüğü vardı. Ondan önce de burada Hatip’in Han diye bir yer vardı. Köylerden gelenler at, eşek, katır gibi yük hayvanlarını veya öküz, manda gibi hayvanlarını bu hana bağlarlar; gece orada kalmaları karşılığında onlar için makul bir ücret öderlerdi. Otele gidemeyen yoksul köylüler de ücret karşılığında bu handa gecelerdi.”

“Çok ilginç!” dedi Özgün.

“Şimdi karşıya geçebiliriz.”

Buradaki araç trafiği çok yoğundu. Yeşil ışık yanınca caddeyi karşıya geçtiler.

“Bu karşımızdaki okul yapısı, Endüstri ve Teknik Lise… Onun sağındaki yapı ise, Ticaret Lisesi,” dedi Zafer Bey.

Biraz daha yürüdüler yaya kaldırımdan.

“İşte geldik müzeye,” dedi Zafer Bey.

Giriş kapısının üzerinde, “Çorum Müzesi” yazıyordu.

Kapıdan girdiler. Müze yapısı, yüz adım kadar içerde görünüyordu. Bu uzun girişi yapıya doğru yürüdüler. Temmuz güneşi alınlarına vurmuş, bunaltıp, terletiyordu onları.

“Bu üç katlı yapı da, kesme sarı taştan yapılmış Büyükbaba,” dedi Özgün

“Evet, yavrum,” dedi. “Bu üç katlı taş yapı, Cumhuriyet öncesinde Çorum Mutasarrıfı Nurettin Bey tarafından 1913-15 yılları arasında hastane olarak yaptırılmıştır. Çorum o zaman henüz sancaktır. Sancak; il ile ilçe arasında bir yönetim birimidir. ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’ içinde yer alan ‘Sakarya Savaşı’ yaralıları burada tedavi edilmiştir. Daha sonraki yıllarda, Tarım Okulu, Sağlık Okulu, Erkek Sanat Okulu ve Ticaret Lisesi, ardından Çorum Lisesi olarak eğitim öğretime hizmet vermiştir. 1990’larda bir yangın geçiren yapının ahşap bölümleri tamamen yanmıştır. Yeni baştan restore edilen yapı, ‘Çorum Müzesi’ olarak 2003’ün Mart ayında hizmete açılmıştır.”

(SÜRECEK)