“O, sonsuza kadar yaşamayı, devrim ve ilkeleriyle yolumuzu aydınlatmayı sürdürecektir yavrum. Eve gittiğimizde size ‘Kurtuluş’ dizisini izleteyim.”
“Tam sırasıdır Büyükbaba,” dedi Emre. İzleyelim.”
“Yaşa Büyükbabacığım,” dedi Cemre. “Televizyonda izlemiştim ama o zaman küçüktüm ben. Bir değil birçok kez daha izlemek isterim.”
Özgün’se:
“Ne yazık ki ben izleyemedim ama öyküsü konusunda bilgim var. Yüce Atatürk’ün önderliğinde dedelerimizin bu ülkeyi nasıl kurtardığının filmiymiş.” 
“Şuna kısaca, ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’ desene,” dedi, Zafer Bey.
“Evet, öyle olmalı. İzleyelim Büyükbaba.” 
Ana caddeye çıkıp, yavaş yavaş yürüdüler çarşıya aşağı. Hava olabildiğince sıcaktı. Ağaçların gölgesinden yürümeye çalışıyorlardı. Pirbaba Çamlığı’nın önünden aşağıya yöneldiler.
Zaman zaman tanıdıklarıyla da karşılaşıyor, selamlaşıyordu Zafer Bey.
Saat Kulesine az kala:
“Gelin çocuklar,” dedi. “Şu market’ten bir şeyler alalım size” derken, market’in önünde Bahri Bey’le karşılaştılar. 
Aynı anda, “merhaba!” deyip el sıkıştılar. 
Yoğun insan trafiği rahat konuşma fırsatı vermediği için de bir kıyıya çekilmek zorunda kaldılar. Bahri Bey, işte o zaman ayırtına vardı çocukların. Gülerek:
“Maşallah ne güzel Zaferciğim,” dedi. “Senin ekip tamamlanmış.” 
“Tamamlandı Bahriciğim. Yakında serüven başlıyor.” 
Bahri Bey çocuklara “hoş geldiniz!” deyip, sırayla kucaklayıp öptükten sonra, Özgün’e döndü.
“Ne haber yol arkadaşım?” dedi.
“İyilik, güzellik Bahri Amca,” dedi Özgün.
Özgün, Emre’yle Cemre’ye:
“Ben geleceğim zaman İstanbul Esenler Otogarında Bahri Amcayla karşılaştık, aynı otobüste birlikte geldik Çorum’a. O da Büyükbabaları gibi emekli öğretmen ve yazardır.” 
“Yaaa!” dedi Cemre. “Ne güzel rastlantı!”
“Öyle…” dediler.     
“Emre sen nasılsın?”
“Sağ olun Bahri Amca.”
“Bu da Cemre kızımız.”
Bu kez Cemre’ye döndü:
“Sen nasılsın Cemre?”
“Sağ olun Bahri Amca,” dedi Cemre. “Ben de Samsun’dan gelerek ekibi tamamladım.”
“Çok güzel,” dedi Bahri Bey. “Torunlarla gezmek bir başka mutluluk Zaferciğim. Benim torunlar gelince, her seferinde onlarla bir ‘mini market’ yaparız biz.”
“Mini Market” sözünden bir şey anlamamışlardı cocuklar.
Açıkladı Bahri Bey: 
“Zaferciğim, çocuklar geldiğinde onları markete götürürüm. Sevdikleri yiyeceklerden seçer alır, bir poşet doldururlar. Biz buna, “mini market” deriz.
Zafer Bey gülerek:
“Desene,” dedi. “Her gelişlerinde seni, harmandan kaldırıyorlar.”
“Yok, canım,” dedi “O kadar da değil. Ben, bunlara da bir mini market yapmak istiyorum.”
Önce çocuklar itiraz ettiler.
“Sağ olun Bahri Amca,” dediler.” Kesinlikle kabul edemeyiz.”
“Olmaz,” dedi Zafer Bey de. “Bırak Allah’ını seversen.”
Bahri Bey asıldı. 
“Çocuklara bir şeyler almadan kesin surette göndermem Zaferciğim. Biliyorsun ki çocukları sevindirmekten sonsuz mutluluk duyuyorum. Beni bu mutluluktan yoksun bırakırsan, kırılırım yoksa.”
“O halde,” dedi Zafer Bey. “Beğendiklerinden sadece birer tane alacaklar.”
“Hele bir markete girelim de…” dedi Bahri Bey.
Marketin önündeydiler, girdiler birlikte. 
Özgün Emre’yle, Cemre’ye fısıldadı:
“Farklı şeyler alalım ama sadece birer tane...” dedi.
“Tamam,” dediler.
“Küçüğünden bir çikolata, kraker ve cips aldılar. Bahri Bey ne değin ısrar ettiyse de, başka bir şey aldıramadı çocuklara.                                  
Edemedi, birer meyve suyuyla birer paket bisküvi aldı, yöneldi kasaya. Hesabı ödedi çıktılar. 
“Mahcup ettin bizi,” dedi Zafer Bey.
Bahri Bey poşeti Özgün’e vererek: 
“Bunda mahcup olacak bir şey yok,” dedi.
Sonra çocuklara dönerek: 
“Beni, el gibi bellemeyin,” dedi. 
Zafer Bey de çocuklar da teşekkür ettiler. ‘İyi günler’ dileyip ayrıldılar.
(SÜRECEK)