Akşamları, Büyükçekmece-İstanbul hattında araç trafiği açısından tam bir karmaşa yaşanırdı. Yoldaki olası aksaklıkları da hesaba katarak biraz erken davranmakta yarar vardı.

İstanbul-Çorum arabası otogardan 20.30’da hareket edecekti otobüsü. İki saat önce, 18.30’da ayrıldılar evden. Özcan Bey arabayı çalıştırdı. Anayola çıktılar. Beylikdüzü’ne kadar olan bölüm oldukça dikti. Eskiden buraya ‘Devebağırtan Yokuşu’ derlermiş. Motorlu taşıtların bile zorlandığı bu yokuşlarda, eskiden, insanlar ve hayvanlar kim bilir ne çok sıkıntılar çekmişlerdir.

Beylikdüzü’nde bir benzinciden arabalarına yakıt alıp, yeniden yola koyuldular.

Akşamları; Beylikdüzü, Haramidere, Avcılar, Küçükçekmece, Yenibosna, Merter ve Esenler hattının araç trafiği çok yoğun olurdu. Hele bir de kaza maza oluverirse yol tıkanır; kilometrelerce uzunluğunda araç kuyruğu oluşurdu. Araçlar da gecikir, gideceği yere zamanında ulaşamazdı. Yolu açıp, trafik akışını rahatlatmak çok zaman alabilirdi. Bu nedenle, Tatilya’dan sonra Haramidere’den çevre yoluna saptılar. O taraf daha rahattı.

Turnikeleri geçip, saat 19.30’da vardılar Esenler Otogarı’na. Otogar da yollar gibi araç kaynıyordu. Otobüsler, yurdun çeşitli kentlerinden aldığı yolcuları ülkenin bu en büyük anakentine taşıyorlardı. Yine kimi araçlar da İstanbul’dan aldığı yolcuları ülkenin farklı kentlerine götürüyorlardı. Bu nedenle, dolup dolup boşalıyordu Esenler Otogarı’nda otobüsler. Özlemlileri kavuşturan olduğu kadar, aynı zamanda ayırandı bu araçlar. Sıra sıra yüzlerce yolcu yazıhanesi diziliydi Otogar’da. Topkapı Otogarı gereksinime cevap vermeyince, çağdaş ve çağcıl bir anlayışla bu otogar yapılmıştı Esenler semtinde.

Özcan Bey, Lider Seyahat’in yolcu yazıhanesine yakın bir yere park etti aracını. Arabanın bagajından Özgün’ün valizini alarak, kapılarını kilitledi. Sonra yazıhaneye geldiler. Uzay şaşkın şaşkın seyrediyordu çevresini. Özcan Bey telefonla ayırttığı 12 numaralı koltuğun biletini kestirerek parasını ödedi. Valizi de biletçiye emanet ederek çıktılar dışarıya.

Hava sıcaktı hala.

Saatine bakan Özcan Bey:

“Bir saate yakın zamanımız var” dedi.

“O halde bir kafeye oturalım,” dedi Nilüfer Hanım. “Otobüsün hareket saatine kadar oturur, bir şeyler içer, oyalanırız.”

Karşılıklı iki kıyıda uzanan yazıhanelerin arasında yer alan alışveriş merkezinde oturulabilecek, zaman geçirilebilecek yerler vardı. Birlikte vardılar oraya. Dondurmacısından çayevi işleticisine, kebapçısından köftecisine, kasetçisinden hediyelik eşya satıcısına, şekercisinden bazlamacısına kadar bir yığın esnaf işyeri ve dükkân çalıştırıyordu burada.

SÜRPRİZ BİR KARŞILAŞMA

Vitrinleri izleyerek bir çayevine girip, boş masalardan birine oturdular. Gelen garsona Özcan Bey kendileri için iki çay, Özgün’e de bir kola getirmesini söyledi

Bu sırada yan masada oturan gözlüklü, orta yaşlı bir adam Özgün’ün dikkatini çekti. Adam yalnızdı. Elindeki kitabına öyle dalmıştı ki. Yanını yöresini görecek durumda değildi. Özgün sanki onu bir yerlerden tanıyor gibiydi. Ama nereden? Belleğini onca zorlamasına karşın bir türlü çıkaramıyordu. Yoksa onu tanıdığı birine mi benzetiyordu? “Hayır, hayır” dedi içinden. “Onunla mutlaka bir yerde karşılaşıp, tanıştım. Ama nerede?”

Bu sırada adam başını kaldırıp garsona:

“Bakar mısınız?” dedi.

“Buyurun efendim.”

“Bir çay daha istiyorum.”

“Baş üstüne efendim.”

Özgün, garsona seslenen adamın yüzünü daha iyi görmüş ve tanımıştı onu.

“Bahri Amca,” diye seslendi.

Adam başını kaldırıp, sese doğru döndü.

Annesiyle babası da şaşırmıştı.

“Kimmiş bu Bahri Amca oğlum?” dedi, babası. “Nereden tanıyorsun onu?”

“Çorum’dan,” dedi. “Öyle değil mi Bahri Amca? Çorum’dan tanışıyoruz.”

Adam da şaşırmıştı kendisine adıyla seslenilmesine.

Gülümseyerek:

“Evet, ben Bahri Güven’im delikanlı. Ve de Çorumluyum. Belli ki beni tanıyorsun. Ama nerede ve nasıl tanıştık seninle? Anımsayamadım doğrusu.”

(SÜRECEK)