Girdiler iç kısma. İlgiyle bakıp incelemeye başladılar çocuklar. O sırada kalenin içinde oturanlardan birkaç çocuk geldi yanlarına. Zafer Bey, bilmiyormuş gibi çocuklardan birisine sordu.

“Şu kapının iki yanında olan odalar ne amaçla yapılmış acaba, biliyor musun çocuklar?”

“Amca,” dedi çocuklardan birisi. “Kapının sağındaki zindan odasıymış. Oraya cezalıları hapsederlermiş. Solundaki ise kale koruyucularının odasıymış.”

“Aferin!” dedi Zafer Bey. “Doğru yanıtladın.”

“Amca sen öğretmen misin yoksa?” diye sordu çocuk.

“Evet,” dedi Zafer Bey. “Nasıl bildin?”

“Belli oluyor zaten,” dedi çocuk.

Güldü Zafer Bey:

“Diğer bilgileri de ben vereyim çocuklar,” dedi. “Kale her ne kadar Selçuklu mimari özelliğini taşısa da, kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Bizanslılar zamanında yapılmış bir kalenin yıkıntılarından, Türkler tarafından yeni baştan yapıldığı doğrulanmıştır. Yapı malzemesi olarak düzgün kesme taşlar yanında Roma, Bizans çağlarına ait devşirme taşlar da kullanılmıştır. Bunları duvarlarda görmekteyiz. Kale, 80 metreye 80 metre ölçeğinde olup, kare planlıdır.”

“Duvarları çok kalın olmalı,” dedi Özgün.

“Evet,” dedi. “Oldukça kalın. Dört yanında da duvarların genişliği 2.40 metre; Yüksekliği ise 7.35 metredir. Sanırım bu kadar bilgi yeter.”

“Çok sağ ol Büyükbaba,” dediler.

“O halde artık gidebiliriz çocuklar!”

“Gidebiliriz,” dediler.

Oradaki çocuklara da ‘hoşça kalın!’ deyip ayrıldılar.

Çocuklar da coşkulu bir gülümsemeyle:

“Güle güle, yine bekleriz!” dediler.

“Buraya kadar gelmişken, Terlemez Evleri’ndeki Cicianne’nize de uğramaya ne dersiniz?” dedi, Zafer Bey.

“Uğrayalım Büyükbaba,” dediler. “Nasıl olsa gidecektik.”

Caddenin kıyısındaki büyük marketten bir şeyler alarak yönlendiler Terlemez Evleri’ne doğru. Cicianne, Zafer Bey’in kayınannesiydi.

TIFIL MUALLİM

Akşam yemeğini yedikten ve sofradan kalktıktan sonra çocuklar kitaplığa geçtiler. Büyükbabalarının yazdığı taslak kitapları gözden geçirmeye başladılar. Bir tanesinin adı Özgün’ün dikkatini çekti. Kitabın kapağında:

“Tıfıl Muallim” yazıyordu.

Ne demekti bu? Muallimin öğretmen olduğunu duymuştu ama tıfıl sözcüğünü çözemedi. Kitabı aldığı gibi oturma odasındaki büyükbabasına koştu.

“Büyükbaba!..” dedi heyecanla.

“Hayrola Özgün?” dedi Zafer Bey.

Kitaba ad olmuş “Tıfıl Muallim” yazısını göstererek:

“Tıfıl Muallim ne demek”? Diye sordu.

Emre’yle Cemre de gelmişlerdi peşinden.

Zafer Bey gülümsedi.

“Çocuk Öğretmen demek”.

“Kimmiş bu çocuk öğretmen büyükbaba?”

“Ben” dedi Zafer Bey.

“Nasıl oluyor büyükbaba?”

Zafer Bey ayağa kalktı.

“Gelin bakalım kitaplık odasına” dedi.

Kitaplığa geçip kanepeye oturdular.

“Bakın çocuklar” dedi Zafer Bey. “Tıfıl Muallim” adını koyduğum bu taslak kitap benim yaşam öykümdür.

Ben 18 yaşımda Sungurlu ilçemizin Büyükpolatlı Köyünde öğretmenliğe başladım. O zaman yaşımdan çok daha genç ve küçük göründüğüm için köylü adımı “Çocuk Öğretmen” anlamına gelen “Tıfıl Muallim” koymuştu.

Hatta bir sabah okula giderken yaşlı bir nine yolumu kesmiş:

“Dur hele yavrum, dur!” demişti bana.

Durmuştum.

“Buyur nine,” demiştim.

“Yeni gelen “Tıfıl Muallim” sen misin yavrum?” diye sormuştu.

“Tıfılını bilmem ama yeni gelen öğretmen benim nine” diye yanıtlamıştım.

“Vah yavrum vah!.. Senin anan baban yok mu?”

“Var ninem. Neden sordun?”

“Nasıl ana babaymış ki onlar, yumruk yaşında seni, bu köye muallim olarak göndermişler?”

Bir anlam verememiştim yaşlı ninenin böyle konuşmasına.

“Hiç mi ciğeri yok senin ananın babanın?”

Gülmüştüm bu sözü üzerine.

(SÜRECEK)