“Ben de boş oturmayıp yardımcı olayım sana,” dedi Zafer Bey.

“Otur Allah aşkına Baba,” dedi Murat bey. “Yardım gerektirecek bir durum yok. Ben hallederim.”

“Sen gazeteni oku Baba,” dedi Gülay Hanım. “Gerekirse ben yardımcı olurum Murat’a.”

“Görüyor musun hanım?” Bizi, bu işlerde de emekliye ayırdılar.”

Ayşe Hanım:

“Sen kendini kıyıya çek, ondan sonra da seni bu işte de emekliye ayırdıklarını söyle.”

“Anne biz yapıyoruz ya işte.” dedi Gülay Hanım. “Hem Tülay da var. Babama göre bir iş yok ki burada.”

“Ne kadar değerli babanız varmış.”

“Anneciğim, niye öyle konuşuyorsun? Sen de çok değerlisin bizler için. Biz, senden de iş beklemiyoruz. Siz rahat rahat oturun, keyfinize bakın. Biz yaparız.”

“Boş oturmaya alışmamışım ki yavrum.”

Zafer Bey:

“Ben de boş oturmayayım bari,” dedi. “En iyisi gideyim de çocuklara bakayım bir.”

Kalktı yürüdü salıncaklardan yana. Piknik alanı iyice kalabalıklaşmıştı. Efecan bir salıncaktaydı. Cemre sallıyordu onu. Yanlarına vardı. Ancak, Özgün’le Emre’yi göremedi.

“Nerdeler?” diye sordu.

“Karşıdaki uzun kaydıraktalar Büyükbaba,” dedi.

Kalabalığın arasından güçlükle seçti onları. Tepenin yamacına 8-10 metre uzunluğunda bir kaydırak yapılmıştı. Çocuklar, çığlık çığlığa bu uzun kaydıraktan kayıyorlardı. Kaymayı tamamlayan çocuk, yeniden yamacı tırmanıyor, yeniden oturuyordu en üst baştan oluğa. Kayma, oldukça heyecan verici bir eğlence biçimi olmalıydı çocuklar için.

“Çocukluk bir başka,” dedi Zafer Bey içinden. “Şimdi çocuk olmak varmış. Bizim çocukluğumuzda böyle kaydırakları düşümüzde görmeyi bırakın, hayalini bile kuramazdık.”

Sonra şöyle bir ölçüp biçti kaydırağı gözüyle. “Ben de binsem kayabilir miyim?” acaba diye düşündü. Ama imkansızdı bu. Kayamazdı oradan. Gözü kesmiyordu doğrusu. Çocukluğunda ya da gençliğinde olsa, hiç dinlemezdi. Gözü yumuk binerdi böylesi kaydıraklara. İnsan çocuklukta ve gençlikte oldukça gözükara oluyordu. Korkmuyordu açıkçası. Kendisi de o dönemlerde gözükaraydı. Çıkılmaz nice ağaçlara çıkmış, tırmanılmaz nice kayalara tırmanmıştı ölümü hiçe sayarak. Açıkçası gözü alıyordu o zamanlar. Ama şimdi, o yıllar çok gerilerde kalmıştı.

“Cemre kızım,” dedi Zafer Bey. “Ben sallayayım Efecan’ı. Gidip sen de kay istersen.”

“Sağ ol Büyükbaba,” dedi Cemre. Sonra seğirtti gitti büyük kaydıraktan yana.

Efecan:

“İstersen sen bekleme beni Büyükbabacığım,” dedi. “Ben kendim hız verir, sallanırım.”

“Yok yavrum,” dedi Zafer Bey. “Yalnız bırakamam seni. Gönlün geçinceye kadar da sallarım.”

“Öğleyse biraz hızlı salla beni Büyükbabacığım.”

“Yok yavrum. Normal hız yeter.”

Bir süre sonra usandı Efecan.

“İneceğim Büyükbabacığım,” dedi.

Salıncağı durdurup Efecan’ı indirdi. Sırada bekleyen bir başka çocuk bindi hemen.

“Bende büyük kaydırağa bakmak istiyorum,” dedi

El ele tutuşup vardılar oraya. Karşı yamaca kurulmuş kaydıraktaki çocuklar, çığlık çığlığa coşkulu bir eğlencedeydi. Çamların gölgesindeki kaydıraktan peş peşe kayarak inen Özgün, Emre ve Cemre Zafer Beyin yanına geldiler. Elleri yüzleri pancar gibi kızarmış, ter su içinde kalmışlardı.

“Büyükbaba Efecan’ı da kaydıralım,” dediler.

“Kaydırak oldukça dik ve uzun yavrum. Belki tutamazsınız. Tehlikeli iş yapmayalım. Hem bakalım Efecan kaymak istiyor mu?”

“İstiyor musun Efecan?” diye sordu Emre.

“Hayır,” dedi Efecan “Ben korkarım. Biraz daha büyüyüm, o zaman kayarım Büyükbabacığım.”

(SÜRECEK)