Taslak kitapları çıkarıp odanın ortasına tek tek dizdi. Yayınevinde basılmış kitaplardan farkı yoktu bu taslakların. Kapakları takılmış, kıyıları yayınevinde kestirilmişti. Tamamı yirmi altı taneydi. Özgün hayretini gizleyemedi. Hepsini de Büyükbaba’sı yazmıştı.

“Hayret!” dedi Özgün. “Birçok kitap taslağı olduğunu biliyordum da, bu kadar olduğunu bilmiyordum doğrusu. Bu kadar kitabı nasıl yazdı acaba?”

“Biliyorsun, Büyükbabam çok okuyan birisi,” dedi Emre.

 “Zaman içinde bu birikimini kitaplara dökmeye başlamış. Sonuçta da bu kadar kitap yazmış. O nedenle biz çok şanslıyız.”

“Evet. Gerçekten çok şanslıyız Emre,” dedi Özgün. “Çünkü Büyükbabamız bir yazar. Bizler için şiirler, öyküler, masallar ve romanlar yazıyor.”

“Defterime yazdığım, Büyükbabamın bir şirini okuyayım da dinle bak,” dedi Emre. “Adı, "Bir Bilmece". Çok ilginç. Asıl ilginçliği de bu şiirde, ikimizin adının geçtiği bir şiir.

BİR BİLMECE

Özgün dünden Emre’ye, dedi: “Bir bilmecem var.

Eğer onu bilirsen, sana bir gülmecem var.”

Emre: “Hadi öyleyse, bekliyorum sor,” dedi.

Özgün’se: “Bunu bilmek hem kolay, hem zor,” dedi.

“Bin bir türlü adı var. Baldan yaman tadı var.

Ne ağaçtır ne kuştur. Yaprağı, kanadı var.”

Emre düşündü biraz; sonra da gülümsedi:

Bilmeyecek ne var ki. Şeker olmalı,” dedi.

Özgün dedi ki: “Hayır. Yazık ki bilemedin.

Benim şu gülmecemle, gül dedim, gülemedin.”

Emre: “Öyleyse elma” Özgün: “Elma da değil.

Oysa pek zor sayılmaz. Dikkatli düşün de bil.”

Emre yine düşünüp, satıyor gibi caka.

Dedi ki: “Bu kez buldum; muz olmalı mutlaka!”

Özgün kaş kaldırarak, dedi: “Emre üzgünüm.

Muz da değil; oysa ki onunladır her günüm.

Ben onsuz yaşayamam. Hem ekmeğim, hem aşım.

Bunun yanıtı, kitap; kitaptır arkadaşım.

Onun yanında balın, muzun tadı hiç kalır.”

Özgün’ün yanıtına, Emre şaşıra kalır.

Özgün der : “Almamışsın kitapların tadını.

Duymamışsın ‘Ezop’un,‘Lafonten’in adını.

O bin bir serüvenli, ‘Keloğlan masalları’.

‘Nasrettin Hocamızın, doyulmaz fıkraları.

Okusan da varsan bir, sen onların tadına.

Bırakmazsın elinden, erersin muradına.”

Emre dedi: “Okumak isterim elbet ben de.

Saydığın kitapların, tamamı var mı sende?”

Özgün dedi ki: “Hayır.” Emre yeniden sordu:

“Nerden bulup okudun? De bana, kitap kurdu!”

Özgün, Emre’ye bakıp, sevgiyle gülümsedi.

“Alıyorum onları, kütüphaneden,” dedi.

Ders dışı zamanlarda, gidiyorum oraya.

Kitabın yararları, biter mi saya saya.

Binlerce kitap dolu raflarda dizi dizi.

Bilirsin ki okumak, adam edecek bizi.”

İstediğim kitabı, görevliler veriyor.

Kitapla, dünyaları, önümüze seriyor.”

Emre dedi: “Bu aklı zamanında versene.

Bu gün kütüphaneye, beni de götürsene.

Üyesi olup ben de kitap almak isterim.

Arkadaşlarımı da, orda bulmak isterim.”

“Tamam,” dedi Emre’ye. “Ders çıkışı ordayız.

İnan ki okudukça, biz her zaman kardayız.”

“Gerçekten hem ilginç, hem de güzel bir şiir,” dedi Özgün. “Bunu ben de defterime almak isterim.”

“Bugün sadece yazmakla kalmıyor, okutuyor da. Yani elimize aldığımız bir kitabını bitirmeden bırakamıyoruz. Açıkçası çok haz alıyorum ben, yazdığı kitaplarından.”

“Çünkü bizlerin dilinden çok iyi anlıyor.”

“Bunda, iyi bir eğitimci olmasının payı da büyük elbette...”

(SÜRECEK)