Ardından sofranın kaldırılmasına yardım etmek istedilerse de, Tülay Hanım bırakmadı.

“Ben annemle toplarım canlarım,” dedi. “Siz, odanıza geçin, özlem giderin. Hem birbirlerine anlatacaklarınız vardır.”

“Geçelim Şehzadem,” dedi Özgün.

“Geçelim Prensim dedi,” dedi Emre. “Kalabalık etmeyelim.”

Birbirlerine şaka yollu takılmaları, anlaşmaları, birbirlerine karşı kıskançlık duymamaları, anneannelerini de sevindiriyordu.

Birlikte odaya geçtiklerinde Özgün:

“Sahi,” dedi. “ Ücretini aylık olarak mı alıyorsun, yoksa yazı başına mı para veriyorlar sana?”

Zafer Bey, “hayrola?” dercesine baktı onlara.

“Eğlen bakalım,” dedi Emre. “Büyükbabam gibi kitap bastırayım da, o zaman gör sen asıl sürprizi.”

“Ha!..” dedi Zafer Bey. “Emre’nin gazetedeki günlüklerinden söz ediyorsunuz. Gördün mü günlüklerini?”

“Evet, Büyükbaba, dedi Özgün. “Dünkünü de, önceki günkünü de okudum. Çok beğendim.”

“Bugün ki günlüğü de yayınlanmış mı?”

“Yayınlanmış.”

“Ne duruyorsun öyleyse? Okusana!” dedi Emre’ye.

Emre gazeteyi alıp sayfasını bularak, günlüğünü okumaya başladı.

“Emre’nin Günlüğü,” şöyleydi:

İKİ SÜRPRİZ

“Günlüğüm sürüyor sevgili okurlar. Sabahleyin yine erkenden uyandım. Elimi, yüzümü yıkadım. Kahvaltımızı bitirip, Büyükbabamla birlikte çarşıya çıkıp, Çorum Haber gazetesine uğradık.

Orada gazeteyi açtığımda kendi yazımla karşılaştım. Yazının üst sağ köşesinde de resmim vardı. Birden öyle heyecanlandım ki... Bu, “Bir Günün Anısı” başlıklı yazımdı. Büyükbabam bu yazımı Abdullah Amca’ya vereceğini söylemişti. Demek ki gazeteye vermiş. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Bu sürprizi bana, Büyükbabamla Mehmet Yolyapar Amca hazırlamışlar. Gazetemizi aldık. Yukarı kata çıkıp Mehmet Amca’ya teşekkür ettim.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası çizgi film izlerken telefon çaldı. Büyükbabam telefona baktı. Arayan Abdullah Amca’ydı. Büyükbabamla bir süre konuştular.

Büyükbabam, telefonu kapatmadan bana:

“Emre gelir misin yavrum,” dedi. “Bak Abdullah Amcan seninle konuşmak istiyor.”

Telefonu aldım.

“Alo Abdullah Amca, nasılsınız?” dedim.

“İyiyim yavrum sen nasılsın?” dedi.

“Sağ olun. Ben de iyiyim,” dedim.

“Gazetede yazını gördüm Çok beğendim. Ne güzel! Yazı yazmaya başlamışsın. Sen böyle devam edersen ilerde yazar olabilirsin. Kültür sanat alanında sesin duyulur,” dedi.

Kendisine çok teşekkür ettim. Sözleri gururumu okşamıştı. Sonra, iyi günler dileyerek telefonu Büyükbaba’ma verdim. Büyükbabam biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattı.

Az sonra telefon yine çaldı. Arayan yine Abdullah Amcaymış. Büyükbabam telefonla konuşurken kalemini alıp yanındaki deftere bir şeyler yazmaya başladı. Neşelenmişti. Konu benimle ilgiliydi. Konuşmasını bitirip gülerek bana döndü.

“Emre,“ dedi. “Abdullah Amcan sana bir dörtlük yazmış. Okuyorum, dinle” dedi. Ve okudu.

Dörtlük şöyleydi:

Uyma vicdanın ile

Aklından başka emre,

Ülkene hizmet için

Çalış! Sevgili Emre.

Öyle mutlu olmuştum ki. Bu da bana ikinci sürprizdi. Abdullah Amca’nın bu öğüdünü hiç unutmayacaktım. Ona yaşamım boyunca uyacaktım.”

Bu yazı da burada sonlanıyordu.

“Kutluyorum seni Emre,” dedi Özgün. “Ne güzel yazmışsın. İlerde sen de Büyükbabam gibi yazar olabilirsin.”

Güldü Zafer Bey.

“Ben de kutluyorum seni Emre,” dedi.

Teşekkür ederim iltifatınıza,” dedi Emre.

“Yooo!” dedi Özgün. “İltifat değil. Ben gerçeği söylüyorum.”

Zafer Bey, Özgün’e dönerek:

“Bunlar yapılmayacak şeyler değil yavrum. Hangi alanda olursa olsun; eğer çalıştığın dalda yetenekliysen, hem de yoğun bir biçimde çalışıyor, emek veriyorsan, mutlaka başarılı olursun Ancak, Abdullah Amca’nın dörtlüğü de hem çok anlamlı, hem de çok güzel.”

“Doğru söylüyorsun Büyükbaba,” dedi Özgün.

Emre:

“Yazımın sonunda da belirttim zaten. Öğüdünü unutmayacak; yaşamım boyunca ona uyacağım.”

Zafer Bey Çorum Haber gazetesini alıp diğer yazılarına göz gezdirirken onlar da söyleşilerini sürdürüyorlardı.

(SÜRECEK)