“Neden ırmakta hiç su yok?” diye sordu Cemre.

“Uzun zamandır,” dedi Abdulkadir. “Yağmur yağmıyor. Irmak kıyısında arazisi olan köyler de ırmaktan bentlerine su alıyor. O nedenle ırmakta su kalmıyor.”

“Ne kadar kirli ırmak yatağı,” dedi Özgün.

“Oysaki,” dedi Abdulkadir. “Çocukluğumuzda ve yeniyetmeliğimizde tertemiz ve dupduruydu suları. Dibindeki çakıl taşlarını bile sayardık.”

“Ya o balıklar?..” dedi Zafer Bey.

“Ne balıklar tutardı Eniştem, yani Büyükbabanız,” dedi Abdulkadir. “Bu çevrede onun üzerine balık tutucu yoktu desem doğruyu söylemiş olurum.”

“Ne ile tutardı?” diye sordu Emre.” Oltayla mı, ağla mı?”

“İkisiyle de değil. Elle tutardı Anlatsa da bir dinleseniz..”

“Anlatsana Büyükbaba,” dedi Cemre.

“Anlatmanı istiyoruz,” dedi Özgün.

Hadi Büyükbaba, nazlanma,” dedi Emre.

“Peki,” dedi Zafer Bey. “Siz sıkılmadan dinlerseniz, ben de anlatırım. Öncelikle şu gölgeye bir oturalım.”

Geçip söğütlerin koyu gölgelik yaptığı uygun bir yere oturdular.

“Çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Balık tutmayla ilgili anılar bana, genellikle hüzün verir. O güzelim anılar, çok yıllar öncesinde kalmıştır. O günlerin geri getirilmesi, yeniden yaşanması, ne yazık ki olanaksızdır. Irmak ırmaklıktan çıkmış, balıklar yok olmuştur. Bu kesimde bile, şu yukarıdaki bükme ile aşağıdaki dönemeçte çok balık tutmuşumdur. Şimdi kendi kendime sormaktayım. O yıllar gerçek miydi, yoksa düş müydü?”

“Ben gerçek olduğuna tanığım,” dedi Abdulkadir.

Güldü Zafer Bey.

“Balık tutmaya başladığımızda sizlerden daha küçüktüm. Başlangıçta yetişkinlerin yanına katılarak gelirdik balığa. Balığı da oltayla ya da ağla değil de, dayınızın dediği gibi, elle yakalardık. Elle balık yakalamak da gerçekten deneyim ve beceri isteyen bir iştir. Bize göre balık yakalamanın da iki farklı yöntemi vardı.

Birincisi, grup balıkçılığı;

İkincisi ise, bireysel balıkçılık...

Irmakta su yaz mevsiminde iyice azalırdı. Derin yerler dışında, oturduğunuzda ancak göğsünüze gelirdi. Grup balıkçılığında, balığa kalabalık bir grupla gelinirdi. Grup, ırmakta ikiye bölünür, yarısı ırmağın içinde akıntı yönüne, diğer yarısı da onlardan on, on beş metre aşağıda dururlardı. Grupların yüzleri birbirine dönüktür. Her iki grup da el ele tutuşarak,  aynı anda birbirlerine doğru koşarlar. Karşı karşıya geldiklerinde de oturur ayak uçları birbirine değecek biçimde bir çember oluştururarak otururlar.

Arada kalan balıklar suları bir bulgur kazanı gibi kaynatır. Bu çemberden kurtulmak, kaçmak isteyen balıklar kucağınıza gelir. Balıkların bedeninize dokunuşu üşendirmeyle karışık tatlı bir heyecan ve mutluluk verir size. Coşkulu çığlıklarınız yankılanır ırmak boyunda. Burada ellerinizi becerikli bir biçimde kullanıp onları yakalayabilirseniz, mutluluk ve coşkunuz iki katına çıkar. Balığını yakalayan fırlatır kıyıya. Filelere ya da torbalara konmuş elbiselerinizi taşıyan çocuklar vardır. Onlar toplar tutulan balıkları.  Doldururlar torbalara.”

“Çok heyecanlı,” dedi Özgün.

“Evet, gerçekten çok heyecanlıydı balık tutma serüvenleri. O heyecanı sabahtan akşama kadar yaşardık. Yerine göre beş kilometre uzunluğundaki bir alanı tarardık ırmak boyunda. Ama bizi asıl heyecanlandıran, bireysel balıkçılıktı. Bunda iki, üç, ya da dört kişiyle gelirdik balığa. Irmağın kıyı kesimindeki, taşların araları, kayaların oyukları ve kıyılarda söğüt ağaçlarının köklerinin çalıkların gerisinde ve daha da çok ‘in’ adı verdiğimiz kıyıdaki yarların altlarında yakalardık balıkları.”

“Nasıl yani?” dedi, Özgün.

“Irmakta iki üç metre derinliğinde yerler olduğu gibi; kıyısındaki yarların altlarında da iki, hatta üç metre derinliğinde oyuklar vardır. Buralara, ‘in’ deriz biz. Çalıları, ağaç köklerini aşıp inlere girmek, oralarda kol iriliğindeki balıkları yakalayıp çıkarmak her babayiğidin harcı değildir. İnlere giren soluğunu iyi ayarlamalı, yürekli ve soğukkanlı olmalıdır. Yoksa orada ağaç köklerinin arasında sıkışıp kalabilir, soluğu kesilebilir. Bir de paniklerse; çıkamaz, boğulabilir.”

“Ay ne kadar tehlikeli!” dedi Cemre.

“Yüzmeyi de ırmakta mı öğrendin Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Evet yavrum. Altı yedi yaşlarındaydım o zaman. Benim ırmak boyunda, Simalı’dan Emirbağ Köyü’nün altına kadar olan kıyılarda, girmediğim in ve derinlik kalmamıştır. Çok da iyi de balık çıkarırdım.”

“Günde kaç kilo balık yakalardınız Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

SÜRECEK