“Olur, Büyükbaba” dedi Emre.

Özgün de yatı yapısıyla ilgili, sorusunu yöneltti Büyükbabasına:

“23 köyden gelen öğrenci burada mı yatmış Büyükbaba?

“Evet, Özgün,” dedi Zafer Bey. “Bu yapıda yatmışlar.”

“İyi ama” diye sordu Cemre. “Yemekleri?..”

Güldü Zafer Bey.

“Gelin peşimden,” dedi.

Yürüdüler Büyükbaba’larının peşinden. Yapının doğu köşesini kuzeye doğru yürüdüler. Üst köşenin yan tarafındaki yükseltiye kadar vardılar.

“Bizim öğrenciliğimizde burada bir fırın vardı. Sonradan yıkıldı ya da yıktılar. Yemekleri de ekmekleri de burada pişiriyorlarmış. Ayrıca hamamı bile vardı bu yapının içinde. Öğrencilerin giderleri de Çorum Halkevi aracılığıyla, yurt ortaklarınca karşılanıyormuş.”

“Daha sonra ne olmuş?”

“Sonrası oldukça uzun bir öykü” Kısaca anlatayım: 1940’ların ikinci yarısında büyük köylere okullar yapılmaya başlayınca, burası yatılılık işlevini yitirmiş. Bir zaman öğretmenler oturmuşlar bu yapıda. Yani, lojman olarak kullanmışlar. Daha sonra, 1970 yılında ortaokul olarak açılmış. Tam yirmi beş yıl ortaokul işlevi görmüş. Hem Çıkrık köyünün, hem de çevre köylerin öğrencileri orta öğrenimden geçmişler burada. Bu süre içinde, tam 537 öğrenci ortaokul diploması almış. Bunların birçoğu üst öğrenim kurumlarını bitirerek, iş ve meslek sahibi olmuşlar.”

“Peki, şimdi ne kadar öğrencisi ve öğretmeni var köyün Büyükbaba?”

Soruyu Özgün sormuştu.

“Bir zamanlar yedi sekiz öğretmeni, üç yüz elli dolayında öğrencisi olan Çıkrık Köyü’nün öğretmen sayısı bire, öğrenci sayısı da on ikiye düşmüştür. Korkarım bu gidişle, üç beş yıla kalmaz okul kapanır yavrum.”

“Neden bu kadar azalmış Büyükbaba?” diye sordu Emre.

“Göç olayı çocuklar” Bizim köyün arazisi yetersiz, nüfusu çok kalabalıktı. Bu nedenle de geçim zordu. Aş, iş, eğitim ve daha iyi yaşam koşulları arayanlar köyünü terk edip gurbete göçtüler. Başta Çorum olmak üzere Ankara, İzmir ve İstanbul gibi büyük kentlerde eğitim ve meslek durumlarına göre iş bulup yerleştiler. Elbet görev ve işleri nedeniyle ülkemizin farklı kentlerinde olan köylülerimiz de vardır. Onun için köy boşaldı. Bir zamanlar iki bini aşan köy nüfusu, bugün iki yüzlere düşmüştür.”

“Siz de mi onun için göçtünüz Büyükbaba?” dedi Cemre.

“Evet. Biz yedi kardeştik. Okuyup bir meslek sahibi olunca görev nedeniyle doğal olarak köyden ayrıldık. Her birimiz bir yerdeyiz bugün. Hiçbirimiz köyde değiliz. Ama ata yurdu diye yine de bir ayağımız köydedir. Üstelik kışın yanımızda kalan 89 yaşındaki annem, yani Büyükbabaanneniz ilkbahardan son güze değin köyde oturmaktadır. Daha çok da onun için gelip gidiyorum ben.”

“Çok yaşlandı Büyükbaba. Ona da bakmak gerekir elbet,” dedi Özgün.

“Evet, yavrum, haklısın. Çocukların, yani evlatların yaşlanan ana babalarına bakmaları evlatlık görevidir. Kişinin ömrü uzun olursa, yaşlılık herkesin yolunun üzerindedir. Ne yapılırsa yapılsın ana ve babaların hakkı ödenmez. ‘Cennet anaların ayakları altındadır,’ diye boşa söylenmemiştir. Ana babalar dünyaya gelen çocuklarını bakıp büyütüp, onları okutarak, iş, aş, eş sahibi yapıyorlar. Topluma yararlı bireyler olarak yetiştiriyorlar. Evlatlar da ana ve babalarıyla ilgilenerek, yaşlılıklarında onlara bakmalı, bunun karşılığını ödemeye çalışmalıdırlar.”

“Haklısınız Büyükbaba,” dedi Cemre. “Bizler ne yapsak ana babalarımızın hakkını ödeyemeyiz.”

“Evet çocuklar. Yeniden yola koyulmadan önce, son olarak şunu söylemeyim: Gördüğünüz şu doğu yandaki oyun alanı ve altındaki bahçe de okula aittir. Sanıyorum bu kadar bilgilendirme yeter. Artık yürüyelim. ‘Yolcu yolunda gerek’ denilmiştir.”

SARAY DERESİ

Okulun arkasındaki cevizlik alanı geçip, Şarıldak Deresi’ne vardılar. Derenin batı yanı dağın eteğine kadar bahçelik alanlardı. Doğu yanı ise yine, Yokuş’un beri yanındaki Celal’ın eve kadar yine bahçelerden oluşuyordu. Bu derenin asıl adı “Saray Deresi”ydi. Neden, niçin vermişlerdi bu adı, kimse bilmiyordu. Akdağ’dan inen bu dereden geçmişte çok seller inmişti. Deredeki yığıntı kayalar ve taşlar bunun açık kanıtıydı. Saray Deresi’nde oldukça yaşlanmış, bir kısmı kurumuş ceviz ağaçları vardı.

Dağdan inen su, Şarıldak denen kayalardan dökülüyordu dereye. Sonra derenin doğusundaki bahçelerin kıyısını izleyerek iniyordu aşağılara doğru. Onlar da bu su harkını izleyerek, cevizlerin gölgesinden yürüdüler dereye yukarı. Cevizlerin bir bölümü yaşlılıktan kurumuştu. Diğer yanlara da yeni ceviz fidanları dikmişlerdi köyde oturanlar. Derede, özellikle kıyılarda yer yer böğürtlen ve kuşburnu çalılarıyla birlikte, kızılcıklar göze çarpıyordu. Dere, aşağıdan yukarıya ceviz ağaçlarıyla doluydu.

(SÜRECEK)