GÜZEL BİR SABAH

O sabah erken kalktı Zafer Bey. Duvardaki takvimin yaprağı 5 Temmuz 2003’ü gösteriyordu.

Günlerden cumartesiydi. O gün Çıkrık Köyü’nün pazarıydı. Pazar da caminin önündeki alanda kurulurdu. Çıkrıklılar ve yakın köylerden gelen pazarcılar, günün erken saatinde sergilerlerdi ürünlerini. Köylü, bağından bahçesinden devşirip topladığı meyve ve sebzelerini; evinde hayvanlarından elde ettiği hayvansal ürünleri olan süt, yağ, peynir, çökelek, yoğurt, yumurta gibi ürünlerini çıkarırdı pazara. Gereksinimlerinin fazlasını satanlar, onların parasıyla başka gereksinimlerini alırlardı. Kentten ve kasabadan kamyonlar ve minibüslerle pazarcılar gelirdi. Sebzesinden meyvesine, giyim eşyasından çeşitli tüketim mallarına kadar, birçok ürünle dolardı pazar. Hatta bir yanda da hayvan pazarı kurulur; hayvan alım satımı yapılırdı.

Zafer Bey de o sabah pazarı gezmiş, dolaşmış; gerekli gördükleri bazı gereksinimleri alıp getirmişti eve. Sonra, evin sokağa bakan ahşap balkonuna oturarak kitabına dalmıştı.

İş güç zamanıydı. Kuşluk vaktine kalmadan alan alacağını almış; satan satacağını satmış, pazar dağılmıştı. Köylü, işine gücüne koşmuştu yine.

Az sonra çocuklar da kalktılar. Cemre mutfağa, Özgün’le Emre de balkona yöneldiler. Ayşe Hanım, Cemre’nin de yardımıyla kahvaltı sofrasını hazırladı. Sofrada reçel, çökelek, rafadan yumurta, zeytin ve peynirle birlikte haşhaşlı saç çöreği vardı. Ayşe Hanım saç çöreğini elektrikli sacın üzerinde yapmıştı. Çocukların üçü de severdi saç çöreğini.

Hep birlikte iştahla kuruldular sofraya.

“Saç çöreğini nasıl da özlemişim hanım” dedi Zafer Bey. “Eline sağlık.”

“Afiyet olsun,” dedi.

“Gerçekten çok nefis olmuş anneanneciğim,” dedi Cemre.

Özgün:

“Anneannem yapar da güzel olmaz mı?” dedi.

“Anneannemin yemekleri her zaman güzeldir” dedi Emre.

“Hepinize de afiyet olsun yavrularımın yavruları,” dedi Ayşe Hanım.

Neşe içinde gülüşerek, söyleşerek yaptılar kahvaltılarını.

Yemekten sonra Zafer Bey:

“Çocuklar,” dedi. “Bugün programımız gereği sizi Saray Deresi’ndeki ‘Şarıldak’a götüreceğim,” dedi.

“Yaşasın!” diye bağırdılar üçü birden. Çok sevinmişlerdi.

Sarıldılar Büyükbabalarına. Zafer Bey de onlara sarıldı.

“Hazırlanın da hemen çıkalım yola.”

Çocuklar, ellerinin altında hazır bulundurdukları piknik çantalarını yeniden gözden geçirdiler. Fotoğraf makineleri, çakı bıçakları, yara bandı, aspirin, güneş gözlükleri, sulukları, selpak mendilleri ve buna benzer gereksinimler hazırdı çantalarının içinde.

Ayşe Hanım, çocukların yiyeceklerini hazırlamıştı ama kendisi işi nedeniyle katılamıyordu onlara.

“Ben annemi yalnız bırakmayım. Bir başka zaman katılırım sizlere,” demişti.

Çocuklar Büyükbabaannelerinin de “hoşça kalın” diye elini öptüler. O da “güle güle iyi eğlenceler yavrularım” dedi.

Suluklarına su doldurmayı da unutmadılar çocuklar. Ardından çantalarını sırtlarına takıp aşağıya indiler. Ayşe Hanım, onları yolcu etmek için sokak kapısının önüne kadar gelmişti.

Yazlık ayakkabılarını da giyen çocuklar, tek tek sarıldılar Ayşe Hanım’a.

“Allahaısmarladık anneanne,” dediler.

“Hoşça kal, hanım!” dedi, Zafer Bey de.

Ayşe Hanım da çocukları tek tek öperek:

“Güle güle gidin,” dedi. “Yolunuz açık, neşeniz bol olsun.”

Büyükbabaanneleri de balkondan el sallıyordu onlara.

Onlar da dönüp el sallayarak yürüdüler. Çolak Hasan’ın dükkanın köşeden yeniden el salladılar. Ayşe Hanım hala peşlerinden bakıyordu.

Zafer Bey karşılaştıklarını selamlayarak, “nereye böyle torunlarla?” diye soranları yanıtlayarak; sokağa bakan kapılarının önünde oturan yaşlıların hatırlarını sorarak, İsmail Mahalleyi geçip, Saraycık Göl’e ulaştılar.

“Büyükbaba,” dedi Özgün. “Köyün insanları ne kadar sevecen böyle… “İki gündür karşılaştıklarımız, ‘Hoş geldiniz’ diyerek kimin çocuğu, torunu olduğumuzu soruyorlar. Ardından da bir ‘maşallah’ çekiyorlar.”

“Özellikle de yaşlı kadınlar daha duyarlılar bu konuda,” dedi Cemre. “Yaha kurbanlar oluyum”, demeleri ne kadar içten öyle. Kucaklıyor, öpüyor, saçımızı okşuyorlar.”

“Gerçekten öyle,” dedi Emre. “Hele de ‘bizim Zafer’in torunları’ diye yakınlık göstermelerine şaşıyorum. Hepsi mi akraba bunların?”

(SÜRECEK)