Bu ülkede unutulmayacak "ilk yürüyüşler" olmuştu ve de oldu.

Birincisi, Çorum Belediye işçilerinin Çorum'dan Ankara'ya, Ankara'dan İstanbul'a 34 günde tam 716 km yolu çıplak ayakla yürüyerek Taksim Atatürk Anıtı'na ulaşması idi.

İkincisi, 68 kuşağının öncülüğünde 30 Ekim 1968 günü başlayıp 10 Kasım 1968 günü Anıtkabir'e ulaşan "Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü" idi.

Ve de üçüncüsü, 15 Haziran 2017 Perşembe günü başlayıp 25 gün süren ve 9 Temmuz

Pazar günü İstanbul'da sonlanan "adalet" yürüyüşü olacaktır.

***

Ama "adalet" yürüyüşü için iktidar cephesinden çok şeyler söylendi.

-"Gittiğiniz yol Kandil ve Pensilvanya'nın yoludur" denildi.

-Yani PKK ile ilişkilendirilerek etkinliği kırılmak istendi.

-Ve de FETÖ ile ilişkilendirilerek amacından saptırılmak istendi.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "Yarın yargı sizi bir yerlere davet ederse şaşmayın" diye tehdit edildi.

-Başbakan Yıldırım, "Bu adalet yürüyüşü değil gaflet yürüyüşüdür" dedi.

-Ve Demirel gibi "Yollar yürümekle aşınmaz" denildi.

-Alay eder gibi "Hızlı tren var onunla gitsinler" denildi.

-Provokasyonlar olabilir denildi. Hatta yürüyenleri kışkırtıcı durumlar yaratıldı.

-Ve Düzce'de kamp yerinin önüne gübre döküldü.

-Ve de demokratım deyip dudak bükenler oldu bu yürüyüşe.

***

Ama yürüyüş yapıldı, büyük bir başarıyla sona erdi.

Açık konuşmak gerekirse muhalefet ilk kez bir gündem yarattı.

Ve bir aya yakın Türkiye'nin gündemini işgal ederek toplumda herkesin paylaşacağı bir ses getirdi bu yürüyüş.

Ve de iktidarın ve iktidar partisinin kimyasını bozar oldu bu yürüyüş.

Öyle ki:

-İktidar ve yandaşları rahatsız oldukça katılım daha da arttı.

-Katılım arttıkça iktidar ve yandaşları daha da rahatsız oldu.

Nitekim Başbakan Yıldırım "Artık kabak tadı verdi" diyerek duyduğu büyük rahatsızlığı dile getirdi.

Kim ne derse desin yürüyüşün başlığı ve de hedefi çok iyi seçilmişti.

Çünkü "adalet" bu ülkede yalnızca bu yılların talebi değildi. Onlarca yıldır istenen bir olgu idi. Çünkü yargıya güven kalmamıştı ve de kalmadı bu ülkede.

***

Ama yürüyüşe katılması gereken ve de beklenen olup da katılmayanlar oldu.

-TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, "... umarım bir veya birkaç kişi üzerinden değil, tüm toplum için adalet talebi üzerinden gelişir" diyerek ve de "yürüyüş bir siyasi parti faaliyetidir" diyerek yürüyüşe katılmadı.

-İstanbul Barosu eski Başkam ve akademisyen Ümit Kocasakal, "Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla, Cumhuriyet ve Atatürk'le sorunu olanlarla, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapanlarla yürümem. Atatürk düşmanları ile de yürümem..." dedi ve yürüyüşe katılmadı.

-Türkiye'nin siyasi tarihine 60 yıl damgasını vurmuş Deniz Baykal, ne anlama geldiği pek de anlaşılır olamayan bir ifade ile AKP'ye "Bizi de yürümek zorunda bırakmayın" dedi ve yürüyüşe katılmadı.

Verdikleri kavga ve konumları gereği katılmaları gereken bu kişiler, yürüyüşe kuşku ile mi baktılar? Bilemiyoruz. Yürüyüşün arkasında bir üst akıl mı aradılar? Bilemiyoruz.

Doğu Perinçek ise yürüyüşe daha açık tavır aldı.

CHP'nin "Mağdurlara dayanarak iktidara gelme diye ilan ettiği plan uygulanmakta... Planı CHP ilan etti ama planın kendisi CHP yönetimine ait değildir... Washington-Tel Aviv patentlidir... Yollar aşınmıyor ama CHP'deki vatanseverlik aşınıyor... CHP örgütlerine ve tabana bir uyuşturucu verilmektedir... Bu yürüyüş CHP'nin bonzaisidir" dedi.

***

Peki, bu yürüyüşün getirisi ne olabilir ya da ne olmalı?

-Devlet erkinde olumlu sonuçlara neden olabilecek mi? Bilemiyoruz ama olmalı.

-Siyasette olumlu bir karşılık bulabilecek mi? Bilemiyoruz ama bulmalı.

-Toplumdan beklenen karşılık görülebilecek mi? Bilemiyoruz ama görülmeli.

Elbette bu yürüyüşün, yok edildi denilen "adalet" talebinin dışında bir amacı daha var gibidir.

Ve bu amaç, referandumda alınan % 49'lık sonucu canlı ve diri tutmaktır, 2019 seçimlerine doğru daha da artırmaktır diyebiliriz.

Ve de galiba bu karşılıklar, ancak 2019 yılı seçimlerinde görülebilecek gibidir diyebiliriz. Yani olumlu ya da olumsuz olarak...