Bir
önceki yazımda, “Bu topraklarda, ne çok hain yetişiyor…” dedim; tepki
yağdı.
Yarası
olanlar, bilgi sahibi olmadan fikir
sahibi olanlar, takım tutar gibi parti tutanlar, yandaşlar, candaşlar,
ak(b)iller… tek tek düşmeye başladı.
Her
birine söyleyecek sözüm, verilecek yanıtım vardı amma; bir yazılanlara baktım,
bir de kimlerin yazdığına; güldüm, geçtim…
* * *
O
yazım, nesli tükenmeye yüz tutmuş, gerçek bir devlet adamı olan Kamran İnan’la
yapılan bir söyleşiden alıntılar yapılarak, kaleme alınmış bir yazı idi.
Yani o
sözlerin, tamamı Kamran Beyin sözleri.
Noktası,
virgülüne kadar benim de altına imza atacağım o sözleri dillendirenin, bir
Kürt olması nedeniyle, o söyleşiyi, özellikle köşeme taşıdım.
Malum,
günümüzde tekrar hortlayan Sevrcilerin Türkiye’deki uzantıları; kraldan fazla
kralcı, Kürtçülerden fazla Kürtçü kesilir oldular.
Onlara
kapak olsun diye kaleme aldım, o yazıyı…
* * *
Bugün
de yine aynı duygu ve düşüncelerle, bu kez Attila İlhan’ın, “…Gün, o
gün olmasın” adlı yazısından alıntılar yaparak, seriyi sürdüreceğim.
Daha
doğrusu bu alıntıları, Banu Avar yapmış; ben, her ikisinin yazısından da özet
alıntılar yaparak, konuyu yeniden derleyeceğim.
… …
Attila
İlhan, anılan yazısında; “…Kendi milletine ihanet eden ve vatanını batıya
peşkeş çekmek için dört dönen zevatın, 100 yıl önce de aynı bugün olduğu gibi,
aynı ‘yol’un yolcuları olduğunu…” söylüyor.
Devam
ediyor; “…Aynı yolun yolcuları, efendilerinin hedefine kilitlenmiş
pervanelerdir… O nedenle de ateşte yanmaları mukadderdir.
Halktan ve Hak’tan yana görünen
maskeli ihanet şebekeleridir bunlar.
Allah’la aldatırlar…
Atatürk’le aldatırlar…
Kendi milletlerini aldatma
karşılığı, küresel efendilerden parsa kapmaya çalışırlar.
Küresel İslamcıdırlar…
Küresel Türkçüdürler…
Küresel solcu’durlar…
100 yıl önce ne idiyseler, bugün
de odurlar…
“İslamcı olarak da, Türkçü olarak da, Sosyalist olarak da;
halktan (yani bin yıllık Tarih'ten) yana
olmamayı; çağdaşlığın, ilericiliğin ya da 'halife' ye sadakatin gereği
sayarlar.”
*
* *
Banu Avar, Attila İlhan’ın yukarıdaki sözlerini, yakın tarihimizde
yaşanmış bir olaya bağlayarak, şöyle açıyor.
“Bu zevatın sonu, tarihin her
döneminde hep aynı senaryoyla bitmiştir. Ya ‘deliğe süpürülmüşlerdir’ ya da
‘kafese tıkılmışlardır’. Son kullanım tarihleri geçince de ortadan
kaldırılmışlardır...
ABD Yönetiminin Başkan Yardımcısı
Joe Biden, 2012 Sonbaharında; ‘Biz el’iz; Türkler, Ürdünlüler, Suudiler ise
eldivenimizdir’ diyor!
Malum, ‘eldivenler’ kullanılır,
eskir, çöpe atılır... Kendi tarihini
bilenler, ‘çöpe atılan eldiven’ örneklerini de iyi bilirler….
Biz, bilmeyenler için anlatalım.
Tarih, 9 Mart 1919…
Damat Ferit Paşa, İngiliz Yüksek
Komiser Yardımcısı Amiral Webb’i ziyaret ediyor, şunları söylüyor.
‘Ben ve Padişahımız Efendimiz
Şahaneleri; bütün ümidimizi, önce Allah'a sonra da İngiltere Devleti himayesine
bağlamış bulunuyoruz…’
Tarih, 30 Mart 1919…
Damat Ferit, (elinde Vahdettin’in
imzasını taşıyan biat belgesiyle) İngiliz Yüksek Komiseri’ni bir kez daha
ziyaret ediyor.
Bu belgeye göre Vahdettin, halife
olarak kalmak istiyor. Karşılığında da Osmanlı devletinin tüm mali ve iktisadi
işlerinin denetimini, İngiltere’ye bırakıyor. (…)
Bu durum karşısında; ülkenin
bağımsızlığını, karakteri sayan İslamcı, Türkçü ve Solcu cenahtan
vatanseverler, bir cephe; ‘verelim kurtulalım, yeter ki bize dokunulmasın!’
diyen maskeli oyuncular, bir başka cephe oluşturuyor.
Vatanın ‘namus’ olduğunu kavrayanlar, her ilde, ilçede, köylerde
bir araya gelip, ortak direnişin meşalesini
yakıyorlar...”
* * *
Evet… Konu vatan olunca, gerisi
teferruat sayılıyor.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ziya Bey’le
(Gökalp), Yusuf Akçura’yla, Mehmet Akif ‘le, Börekçizade Rıfat Hoca Efendi’yle,
Diyap Ağa’yla eylem birliği yapıyor.
Dahası,
Bakü’de İttihatçıları etkisiz kılıp, TKP’yi örgütleyen Mustafa Suphi
Bey’in, heyete katılma isteği kabul ediliyor. Sosyalist Ethem Nejat Bey, Şevket
Süreyya Bey ile Nâzım Hikmet ve Vala Nurettin de (heyete katılmak üzere) Anadolu’ya iltihak
ediyor…
Sağcı, solcu, dindar, vatanı kurtarmak
için yekvücut oluyor.
*
* *
Ne kadar ilginç değil mi; bugün de aynı
açmazlar içinde kıvranıyoruz. Tıpkı geçen yüzyılın başında olduğu gibi küresel
çeteler ve içerdeki adamlarının ülkeyi felakete sürüklediği böylesi bir dönemde
yapılması gereken şey ‘aynı’…
Ama karşı güçler, bu birleşmeyi kırmak
için her şeyi yapıyorlar.
… …
Attila İlhan bu konuda da şöyle diyor. (Cumhuriyet Gazetesi/
21.01.2005)
“…Batı ittifakı ve NATO üyeliğinden bu tarafa, 'sistem';
ekonomiden kültüre, savunmadan eğitim ve öğretime, bütün 'ulusal' kalelerimizi
düşürme peşindedir. Dilini ve dinini açık açık, göstere göstere, dayatmaya
başlamıştır.
Geçen yüzyılın başındakine benzer, bir dünya savaşı
'mağlubu' olmadığımız halde, aşağı yukarı aynı muameleye maruz kalmaktayız.
O zaman, hangi kesimden olursak olalım; Sevr öncesi
dönemde, kimlerin ne yaptığına
bakacağız. Çünkü onlar, birleşerek, bütünleşerek, yekvücut olarak, yedi düvele
karşı savaşmış ve başarılı olmuşlardır.”
Birbirinden farklı cenahlardan
gelip omuz omuza veren bu insanların verdiği dillere destan mücadele, yedi
düveli şaşkına çevirmiş, emperyalizmin kalelerini indirmiş, onun ‘maskeli
oyuncularını ’ ise ‘ecnebi gurbetinde ‘vatansız bir ölüm’e itmiştir.
‘Gün, işte O Gündür’ denen şey
budur…
*
* *
Peki bugün, ‘O dönemdeki benzerlerimiz’
gibi hal ve tavır almakta gecikmemizin sebebi nedir?
Bu konuya da (yine aynı yazarlarımızın
yazılarından alıntılar yaparak) yarın değineceğim.