Olmaz, olmaz demeyin.
Olmaz, olmazmış.

Reklamcılık sektörü öylesine gelişti ki insanların hangi ürünü satın alacağına, nasıl giyineceğine başka birileri karar veriyor. Biraz önce izlediğim habere şaşırmamak elde değil. Dün ‘tu kaka’ olan; cenazesi ülkemize getirilemeyen bir ses sanatçısı göklere çıkarılıyor. Bir zamanlar onun seslendirdiği şarkıları dinleyenlere ağır sözler söyleniyordu. Yakın akrabalarından bir bayan onun şarkılarından birini şarkı yarışmasında seslendirmişti. Müzikten anlamadığı halde jüride yer alan birisi ona canlı yayında ağır hakaretlerde bulundu.
Şunu rahatlıkla söyleyebilir miyiz: bizlerin neleri seveceğimize, nelerden nefret edeceğimize karar veren birileri var. O halde seçimlerde kime oy vereceğimize karar veren birileri var. Aksini söyleyenler, yapanlar çıkabilir. Onların sayısı binde bilmem kaçlarla ölçülür.
Günümüzde en etkili reklamlar televizyon kanallarında yer alıyor. Büyük çaplı reklam kampanyaları için harcanan paralar on milyon liranın, kimi zamanda doların üzerine çıkabiliyor.
Çok izlenen televizyon kanalları reklam kuşaklarında bu türden reklamları yayınlıyor. Yapılan harcama o kadar büyük ki televizyonların haber kuşağı dışın bu reklamlar gizlenip karşımıza yeniden çıkarılıyor. Yapılan anlaşmalar doğrultusunda televizyon yayınları reklamlara göre şekilleniyor.
Reklam sektöründe yer alan herkes para kazanıyor. Her kazananın yanında kaybeden birileri mutlaka olmalıdır.
Her şeyin bir bedeli vardır. Televizyon kanallarının yayınlarını sürdürebilmesi için hatırı sayılır miktarda para harcaması gerekir. Kuruluşu, ayakta durabilmesi, rakipleriyle rekabete girebilmesi için kesenin ağzı sonuna kadar açılmalı. Sonuçta her işletme gibi onlar da para kazanmalı.
Bir zamanlar büyük olan, yıllar geçmesine rağmen büyüyemeyen, yeni kurulan televizyon kanalları ise ayakta durmaya çalışıyor. Televizyon yayıncılığı geçmişe göre ucuzladı ancak yine de pahalı sayılır. Tıpkı asgari ücretle çalışanlar için fırınlarda satılan ekmeğin pahal ı olması gibi.
Az sayıda televizyon kanalı dışında kalan büyük bir çoğunluk sadece var olmak için çaba gösteriyor. Sonuçta miktarına bakmadan para getiren her reklamı yayınlıyor. Büyük firmaların hazırladığı reklamlar otuz saniyeliktir. Oysa bu kanallarda yayınlanan on dakika sürebiliyor.
Geçtiğimiz yıl bu türden televizyon kanalların tamamında bal reklamları vardı. Firmalar kendi aralarında rekabete girmişlerdi. Önce dört kilo, bir başkası beş kilo, derken altı kiloya çıktılar. Bunlar yeterli olmadı; elli liraya yüz liraya satılan ürünler bedava verilmeye başladı. Artık bal reklamları görülmez oldu. Bildiğim kadarıyla bir firma kalmış, onlarda balın yanında araba çekiliş kuponu gönderiyormuş.
İşin aslı sonradan ortaya çıktı. Basında yer alan haberlere göre ürünlerin hepsi sahteymiş. Bal gibi değerli bir besini arı denilen böceğe yaptırmak çok mantıksız değil mi? Bir kilosu üç lirayı bulmayan nişasta bazlı şekerler vatandaşa bal diye satılmış.
Dakikalar boyunca süren reklamlarda neler yok ki? Doktora gitmene gerek yok; bilmem kaç tane profesörün hazırladığı doğal gıda diye sunulan ilaç reklamlarından geçilmiyor. Bir tanesi çıkıp “biz bu ürünleri burada üretiyoruz. Doğal bitkileri anlaşmalı olduğumuz… Köyünde bulunan üreticiler üretiyor.” Açıklama yapamıyor. Devlet sırları açıklanıyor. Bu ilaçların sırları açıklanmıyor!
Bu günlerde moda olan reklam ise cep telefonları… Adamlar çıkmışlar, iki bin liraya satılan telefonları yüz liraya kapımıza kadar gönderiyor. Ne yaparsan yap bir kişiye iki taneden fazla gönderilmiyor. Aradığınız her ürünü bulabilirsiniz. Yok diye bir şey yok.
Olmaz, olmaz demeyin; olmaz olmazmış. O kadar çok vicdan sahibi insanlar var ki bizlere bedava ürün göndermeye başladı. Ürün kapımıza kadar geliyor. Küçük bir kargo bedeli ödüyoruz; hepsi bu kadar.
Ne diyelim, herkes anamızın hatırını soruyor. Babamızı arayıp soran yok.