"Toplumların yaşadığı büyük felaketler, toplum vicdanında insani duyguları uyandırır." diyor bir bilge.

Van depremi de böyle oldu galiba. Bütün toplumda bir yardımlaşma, bir kaynaşma, aynı acıyı yüreğinde duyan, ortak bir acıyı yaşayan vicdani bir uyanış, bir duygu yoğunlaşması oldu. Türkiye tek bir yürek oldu Van depremi karşısında.

İşte önemli olan bu vicdani uyanışı, bu duygu yoğunlaşmasını geleceğe yönelik örgütleyebilmek, devam ettirebilmektir.

30 yıldır yaşanan acılar, bu toplumu bir ölçüde yarmıştı. Şehit cenazeleri karşılıklı nefret duygularını yükseltmiş, neredeyse aynı acıyı duymayan, paylaşmayan iki topluma dönüşmüştü ülke.

İşte Van depremi ve toplumun gösterdiği duygu seli, bu yarılmayı ve uzaklaşmayı yeniden birleştiren bir başlangıç olabilir umudunu yeşertti.

Buna rağmen 30 yıldır yaşanan acıların bilinçaltına yerleştirdiği nefret duyguları, bazı TV kanallarında ve sosyal medyada az da olsa dillendirildi. "İlâhî bir ceza" gibi, "Ağlama sırası onlarda" gibi ırkçılığı ve ayrımcılığı körükleyen sözler dolaştı.

Ama bu sözlere ve söylentilere, toplumun çok büyük kesimi ve siyasiler gereken tepkiyi gösterdi ve de gerekli cevap verildi. En ağır cevabı, en dikkat çeken cevabı ise Sayın Bahçeli verdi. "Ayrımcılığı körükleyerek 'Ağlama sırası onlarda' gibi lanetlenmesi gereken yaklaşımları büyük bir densizlik ve soysuzluk olarak görmekteyim." dedi.

Toplumun vicdanındaki bu uyanışı ve yardımlaşmayı BDP de gördü ve Selahattin Demirtaş, "Kardeş kokusu var, kardeş selamı..." şeklinde ifade etti.

Yine BDP'nin, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında verdiği "gensoru"yu geri çekmesi de toplumda yükselen duygu yoğunlaşmasına önemli bir jest oldu.

Van depremi Türkiye'nin doğusu ve batısıyla böyle bir duygusal birlikteliği geliştirirken, acı bir gerçeği yani binaların durumunu da tekrar gündeme getirdi. Her deprem sonunda binaların dayanıklılığı tartışılır ve de sonra unutulur olmuştu. Marmara depremi sonu da böyle olmuştu.

Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu elbette bilinmektedir. Çocukların deprem dedesi Sayın Ahmet Işıkara, "Depremle yaşamaya alışmalıyız" demişti. Ama Işıkara bir gerçeğin daha altını çizmişti: "Biz depremden değil yaptığımız binalardan korkuyoruz" diyerek önemli bir tespit yapmıştı.

Elbette yıkılan binalardan yalnız müteahhit sorumlu değildi. Bunun sorumluluğunu üstlenen mühendislik biriminin, bunun kontrolünün sorumlusu olan belediye teknik ekibinin ve de bu binalara oturma ruhsatı veren belediyenin sorumluluğu hiç mi yoktu? Artık bu konu milli bir sorun haline geldi. Mutlaka ve mutlaka çözülmesi gereken bir sorun oldu.

Van depreminde de, yine devletin çok önemli bir zafiyeti oldu.

-İlk etapta doğal talep, barınma isteğinin giderilmesidir. Çadır teminindeki eksiklik, yetkililerin de kabul ettiği gibi önemli bir zafiyetti.

-Yurt dışı yardımların anında kabul edilmemesi, yine önemli bir zafiyetti. Kaldı ki bu yardımlar, ülkelerle dostluk köprüsünü kuran bir davranıştı.

-Organizasyon eksikliği ise göze çarpan en önemli bir zafiyetti.

Elbette bu zafiyetler sonradan giderilmiştir ama baştan olmaması gerekirdi.

Sonuçta Türkiye 600'e yakın öleniyle, 4000'de fazla yaralısıyla ve bunların içinde hayatını kaybeden 63 öğretmeniyle, bir kısmı tümüyle harap olmuş yaklaşık 3000'e yakın hasar görmüş oturulamaz eviyle çok acı bir Van depremi yaşadı.

Devletten beklenen:

-Deprem bölgesi olan ülkemizde bir daha böyle acıların yaşanmaması, gerekli önlemlerin alınmasıdır.

-Deprem zengini yaratılmadan, yapılan yardımların deprem mağdurlarına adil olarak dağıtılmasıdır.

Dileğimiz odur ki:

-Van depreminde yükselen bu duygusal yoğunluk, Türkiye'de bir toplumsal banşın sağlanmasına katkı sağlasın.

-Devletin milli bir yas günü gibi değerlendirdiği bu felaket, doğu halkında zayıflayan aidiyet duygusunun yükselmesine de bir fırsat yaratsın.

Umarım ki Van'daki fayın yarattığı acı, toplumsal bir fayın oluşmasını engellemiş olsun.