TANIMAK SEVMEK,
ANLAMAK BAĞIŞLAMAKTIR

Sevgili Nanam
Bu mektuplar, her bencil aşk gibi teselli çizgisi çekilemeyen mektuplardır. Benim yaşadığım şehre bir gelsen seni öyle mutlu kılacağım ki, kötü günlerinin hatırasını anımsatan yüz çizgilerini, ellerimle dokunup nasıl aldığıma hayret edeceksin. Bir insanın içinde sakladığı hayatında ne çok acı, ne çok yazı, ne çok şiir ve ne çok zindan var bilemezsin. Sana, tanımanın sevmeyi ve anlamanın bağışlamayı getireceğini öğreteceğim. Kalbime düşen masal aynasının içinde biriken her görüntü senle tamamlanıyor. İçimde senin bana ilk yazdığın mektubunla, mayıs akşamı dolu anılar biriktiriyorum.
Ne olursun bana yaz. Mektupların elli kelimeyi geçmese bile, sevgi ve teselli cümleleri olmasa bile razıyım. Her yeni günle birlikte posta kutuma bakan gözlerim yorgun, savaşı kaybetmiş bir asker gibi ezik, darmadağın.
Edebiyatı çok sevdiğini bildiğim için,zamanı ruhuna ve edebiyatın varlığına benim kadar inanan birini bulamazsın. Benim için gelmiş geçmiş asırların en iyi romancısı Dosto’dur.”Aman yarabbi” nidasıyla başlayan Beyaz Geceler okurken adeta büyülenirdim. Sonra “Karamazovlar”… Kaç dostumla paylaştım. Ve Forster’de heyecanlandığım sahne ise şöyleydi: Mitya’nın tahta bir sandıkta uyuya kalıp da başının altına kimin tarafından konulduğu bilinmeyen bir yastık “Bir rüya gördüm beyler” diyerek yepyeni bir hayata uyanması. Ben de artık senle dolu yepyeni bir hayata uyanmak istiyorum.
İncil’de İsa’yı çarmıha gerdikten sonra akşamüzeri acı çekerek ölen İsa’nın cesedini henüz kimsenin konulmadığı bir mezara bırakıp, mezarın girişini büyük taşlarla kapattılar. Üç gün sonra yüreğini eline alıp mezara gelen Meryem, taşları nasıl kaldıracağını düşünürken birden taşların hafif kaydırılmış olduğunu fark ettiğinde korktu. Mezarın içi bomboştu. İsa işte o zaman göründü Meryem’e, yeniden dirilişin simgesi ve Meryem kadar lekesiz, temizdi.
Bunları sana neden yazıyorum, bilemiyorum. Belki de benim yeniden bir vücut bulmam için senin ellerine, gözlerine, nefesine ihtiyacım olduğunu, bil istediğimden. Senin zamanla içimde vazgeçilmez bir hisse dönüştüğünü çok geç anladım. Ne kadar çok seviyorum seni, yüzünde başkasına ait bir gülüş yakalasam kıskançlığımdan geberecek kadar. Karanlıklarla dolu evimden çıkıp sana, aydınlığa doğru koşmak istiyorum. Benim aydınlığım sen demek için kollarına sarılmak ve kokunu bütün yaşamıma küçük küçük parçalara ayırarak, senin kokunla yaşamak, var olmak istiyorum. Ağaçlardan gökyüzünün görünmediği bir ormanda beraber yeşilliklerin üzerine yatmak ve görünmeyen gökyüzünü kendi kelimelerimizle tasvir etmek istiyorum. Sen gökyüzünü tasvir ederken dudaklarının hareketini izlemek, benim için ne büyük mutluluk olurdu. Kanlı canlı yanımda olman, kokunu hissetmem ve dokunabileceğim kadar yakınımda bulunman, bu duyguyu tarif edecek bir kelime bulamayıp sustuğumda dudaklarınla dudaklarıma dokunman ne güzel olurdu. Bana yazmadığın zamanlarda böyle teselli cümleleriyle kendimi kandırıyorum. Ne kadar zavallı bir yaratığım değil mi? Kalbimde sen varken hayatın bütün olumsuzluklarına katlanabilirim sanıyordum. Ama sen sadece kalbimdeydin, yanımda yoktun. Bazı zamanlar kendimden bile korkmaya, gerçeğe yakın kötü rüyalar görmeye başladım. Yanımda olsan, çok yorgunum desem, senin kucağına yüzümü koysam, saçlarımın arasında ellerinin dolaştığını hissetsem ve sonsuza kadar öyle kalsam.
Dante, Beatrice’yi ömrü boyunca sadece iki kez gördü. İlkinde ikisi de dokuz yaşındaydı, ikincisinde on sekiz. Beatrice bu karşılaşmalarında birinde kırmızılar, diğerinde beyazlar giyiyordu. Başkasıyla evlendirilen Beatrice, yirmi beş yaşındayken öldü. Dante “inci yüzlü sevgili” olarak söz ettiği Beatrice için, ütopik öte dünya yolculuğu olan “ İlahi Komedya”da cennet kapısında Beatrice ile karşılaştığında o artık on sekiz yaşında bir genç kız olmaktan çıkmış ve yüz çizgilerindeki acılardan olgun bir kadın olmuştu. Bunu niye yazıyorum? Beni fazla bekletme, yaşadığım şehre bir günlüğüne olsun gel demek için. Dante’nin Baetrice’i ölümsüzleştirdiği gibi kelimelerim, hikâyelerim çok marifetli değil ama ben de seni içimde ölümsüzleştirmek istiyorum.
City of Angels’ı izledin mi? Orada diyor ya “seni anladım ve sevdim. Sen hastana ağladığın zaman, senin gözyaşların vardı, benim yoktu. Sen önündeki ameliyat masasında, öteye geçmesini önlemeye çalıştığın hastanın bu geçişini engelleyemediğin için ağladın. Sen o ölürken yüreğini avuçlarının içinde tutmaya çalışıyordun. Çünkü aranızda bir bağ vardı. İşte ben “ sen hastana ağlarken seni sevdim ”Sana dokunmak istedim ama dokunamadım. Sırf bu yüzden sana dokunmak ve gözyaşlarını ellerimle silmek için melek olmaktan vazgeçtim. Sevgili Nanam, sevmek işte böyle bir şey. Ben seni işte böyle seviyorum.
Ben sormadan, kendiliğinden birçok kere ya da son kere seni seviyorum diye yazmanı çok isterdim. Sevgimin kararlığını anlaman için ne kadar sana yazmam gerekiyorsa yazacağım. Aşk diye kanayan kalbime senin mektuplarını sarıyorum. Seni düşünmek öyle çok güzel ki içimi ateşböcekleri gibi aydınlatıyorsun.
Yazdım yazdım, yumdum renkleri senle dolu gözlerimi ve kalbimi içime çevirdim. Yalnızlığıma döndüm. Bukowski gibi yalnızlığımı sevmeye başlıyordum. En güçlü insanlar genellikle yalnızdır diyor Henrik Ibsen.
Hiç dua etmeyi bilmeyen ben, geceleri tanrım diyerek kalbimi tutmaya başladım. Ölü bir balık gibi yüreğimin kıyılarına vurup vurup duruyorum. Aşkla yüzleşince içinden sağ salim çıkmanın olanaksız olduğuna karar verdim. Aşkı yalanladığımda ise karanlıkta kaldım. Koca bir yağmur mevsimi üzerimden geçmeye çalışıyordu sensiz. Oysa bu yağmurlu mevsimde seninle sırılsıklam ıslanmak, Islak dudaklarındaki acı dolu kelimeleri dudaklarımla almak isterdim. Rüzgârda dağıla, yağmurda ıslanan saçlarını, yüzünden ellerimle almak ve gözlerinde sonsuzluğa esir olmak isterdim.
Acı, insanın büyülü bir hayal dünyasında yaşamasını sağlar. Bu dünya da sıradan, gündelik şeyler bile şaşırtıcı, heyecan verici, her zaman sıkıcı olmayan bir nitelik kazanır. Ruhla gerçeklik arasındaki boşluğun farkına varmamıza yardım eder; bizi yükseltir, gerçekliği ve kendi gövdemizi bizden uzak ve tuhaf şeyler olarak görmemizi sağlar. Acının eğitici etkinliği budur. Diyor Pavese.
Sevinç duyan yanımız gibi acı çeken yanımız her zaman küçük bir yanımızdır. Ancak huzur içinde kalabilen yanımız en önemli yanımızdır.
Huzur içinde kal Nana
Senin kelimelerine özlem duyan
Dostun Dark