Son yazımda; Politikacılar için uyarılarda bulunmuştum. Bir telefon aldım; “Seçim propagandalarının, toplumun rahatsız eden durumlarını yazmamışsınız. Caddelerde karşıdan karşıya gerilen iplerde, binlerce bayrak vs, trafikte yaratılan karmaşa, gürültü ve korna sesleri yüzünden canımızdan bezdik. 7 Haziran gelse, seçimler bitse de rahatlasak, işimize, gücümüze baksak” dedi ve ekledi; “bunu mutlaka yaz!”
Yazalım da yazacak bir şey bırakmadı. Yazacaklarımı kendi söylemiş oldu.
Biz; yine de kendimizi zorlayıp, örneğin; korna sesleri ile ilgili dersimizi işleyelim.
Korna çalmamız için, birçok gerekçe buluruz.
Selamlaşmamız korna ile olur.
Vedalaşmamız korna ile olur.
Küfürleşmemiz korna ile olur.
Daha birçok şekilde olur oğlu olur.
Gelişmiş ülkelerde korna sesi duymazsınız. Hatta Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, gidiş geliş, dört şeritli otoban yanında bulunan motelde, bir hafta kaldım; tek korna sesi duymadım.
Şimdi, “Kim Milyoner Olmak İster” yarışması için korna çalmayı yasaklayan ülke hangisidir?” diye bir soru sorulsa ve alternatif cevapları sıralasak; bunlar; İsviçre, Norveç, Belçika ve Türkiye olsa doğru yanıt hangisidir.
Size hayret içinde kalacağınız doğruyu bildireyim; Türkiye’dir.
Nasıl olmuş? Ne zaman olmuş?
1940’ların sonunda 1950’lerin başlarında İstanbul’da vali ve belediye başkanı olarak Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay görev yapıyor.
Hem fizik hem de ilginç yaklaşımları ile karikatürlerin konusu olmaktan kurtulamayan, mini mini valimiz, ruh ve sinir hastalıkları uzmanı.
Daha önceki görevi olan, Bakırköy’deki hastahanenin baş hekimliğini, deli tedavisi deyince akla gelen tek doktor Mazhar Osman’dan devralmış.
İşte bu valimiz, mesleğinin de etkisi ile olsa gerek; İstanbul’da korna çalmayı yasaklıyor.
Ama; valinin yasağındaki inceliği, necip milletimiz anlamamakta direniyor, kornasını en olmayacak yerde öttürmeyi sürdürüyor.
Valimizle ilgili çok fıkra var. Bir tanesini takdim edelim;
Valimiz aynı zamanda Yeşilay başkanı. İçki aleyhinde konferanslar veriyor.
Konuşmalarından birinde; “Bir kovaya su koysak, başka bir kovaya da rakı koysak, bir eşek hangisini içer?” diye soruyor. Dinleyiciler hep birlikte “Suyu” diyorlar. Valimiz; “Neden?” diye sorunca, dinleyiciler arasında bulunan, Neyzen Tevfik, “Eşekliğinden!” diye bağırıyor.
Olayın olduğu günlerde Fahrettin Kerim Gökay, vali falan değil ama ünlü bir doktor.
Atatürk bu fıkramsı olayı çok sever, yeri geldikçe, anlatılmasını sağlarmış.
Atatürk Orman Çiftliğinin ilk yılları, çiftlik yeteri kadar gelişmemiş. Sofra kurulmuş, sohbet başlamış.
Arazinin büyük kısmı boş. Bir çocuk da sürüsünü otlatıyor.
Atatürk çocuğu çağırtıyor ve soruyor;
“Biz ne yapıyoruz?”
“Rakı içiyorsunuz?”
“Peki, bir kovada su olsa öbür kovada da rakı olsa; bir eşek bunun hangisini içer?”
Çocuk,” Rakıyı” diyor.
Atatürk etrafındakilere, “Aman neden diye sormayın!” diyor.
Nereden başladık. Nereye geldik?..
“Seçim yarışı yapıyoruz derken, toplum rahatsız edilmemelidir” demek istiyorduk, değil mi?
Yine de ve ısrarla nezaket içinde yapılan seçim yarışını izlemek ve toplumun hiçbir bakımdan rahatsız edilmemesini istiyoruz.
En güzel günler sizlerin olsun.