Buradaki görüntüyü, Tema Vakfı Alanya Temsilcisi Engin Özdemir Öğretmenim, facebook sayfasında paylaşmış…
Altına da not düşmüş; “Utanmasını bilen gençleri seviyorum…” demiş.
Ben de seviyorum.
Öyle arsız, öyle yüzsüz bir toplum olduk ki; ne çevreye verdiğimiz rahatsızlıklarımızdan üzüntü duyuyoruz, ne ahlaksızlıklarımızdan, ne çalıp, çırptıklarımızın, ne hatalarımızın yüzümüze vurulmasından.
Giderek bozuluyor, giderek yozlaşıyoruz.
“Utanma kavramını”, dilimizden söküp, attık!
Ne annelerimiz/babalarımız ne de öğretmenlerimiz, böyle bir sözcüğün varlığından söz ediyor artık!
Çünkü onlar da “pek çok yaptıklarının, aslında utanılması gereken şeyler olduğunun” ayırdına varmadan yapar oldular.
!!??...
Hemen derinlere dalmayın öyle; “yüzeysel, basit utançlardan” söz ediyorum.
Başkalarını rahatsız eden gürültülerin kaynağı olmaktan, çevreyi kirletmekten, yerlere tükürmekten, yerlere izmarit, çer, çöp atmaktan… söz ediyorum.
Bunları yapanların yanlışları yüzüne vurulduğunda da; utanıp, sıkılıp, özür dileyecekleri yerde kabalaşmalarından, bu kabalaşmalarının da (giderek) doğal karşılanıyor olmasından söz ediyorum.
… …
Bakın Engin Öğretmenim, yaşadığı o olayı, çekip yayımladığı o görselin altında, ne güzel anlatmış, ne güzel dillendirmiş.
“…İki kola, bir çekirdek paketi… Belli ki öylesine vakit geçirmek için oturuyorlardı gençler oracıkta… On üç, on dört yaşlarında görünüyorlardı.
Biri elindeki telefonla oynuyor, diğeri çıtlattığı çekirdeğin kabuklarını dudaklarının arasından keyifle karşıya üflüyordu.
Üzerlerine doğru yürüdüğümü gören çekirdekçi, koluyla telefoncuyu hafifçe dürttü. Karşılarına geldiğimde; bir yerdeki çekirdek kabuklarına, bir yüzlerine baktım. Yürüdüm gittim sonra… Dayanamadım, iki dakika sonra yine geldim. Yine karşılarında durdum. Huzursuz olduklarını hissettiğim gözleri ile beni süzdüler.
Çekirdekçi(!), “Toplayacağız amca” diye atıldı.
Telefoncu(!) da sesini çıkarmadan başıyla onayladı.
“Canınız sağ olsun...” dedim.
Hiç beklemedikleri bu hoşgörü cümlesinden sonra daha çok rahatsız oldular. Şaşkınlıklarını ve utançlarını o kadar dışa vuruyorlar ki; hem üzüldüm, hem de mutlu oldum.
Kabahatlerini bilmeleri hoşuma gitti.
“Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” dedim.
Utandılar.
Utanmasını bilen gençleri daha çok seviyorum…”



* * *
“Utanmasının bilen gençler” yetiştiremiyoruz artık.
Çünkü eğitmiyor, eğitemiyoruz çocuklarımızı…
Okullarımız, eğitmek için değil; “öğretmek için” kurgulu.
Geçenlerde elime bir Köy Enstitüsü karnesi geçti. Okutulan dersleri görünce, nereden nereye düştüğümüzü(!), niye düştüğümüzü çok daha iyi anladım.
Görgü kuralları dersi okutulurmuş o zamanlar.
Şimdiki gençler, görgü kurallarından bihaber yetişiyor.
Görgü kuralları ders konusu yapılmalı okullarda.
Görüntü ve gürültü kirliliği yaratmanın, çok ayıp bir şey olduğunu öğretmeliyiz çocuklarımıza. Örneğin, motosikletlere gürültü aparatlarının takılmasının, gereksiz yere bağırtılmasının görgüsüzce bir şey olduğu anlatmalıyız.
Trafikte yol vermenin, trafik kurallarına uymanın dayanılmaz erdemini aşılamalıyız. Arabasının küllüğünü yola boca edenlerin, gereksiz korna çalanların kötü eğitimin ürünleri olduğunu anlatmalıyız.
Toplu yaşam kültürünü anlatmalıyız kısacası.
Selam vermeyi, hatır sormayı, gönül almayı, efendi olmayı öğretmeliyiz çocuklarımıza…
Ve…
Ve utanmayı öğretmeliyiz.