İlk ve orta öğretim okullarımızın paydos saatleri sonrası; bir anda ortaya çıkıveren öğrenci seli, beni her zaman ürkütüp, panikletmiştir.

Kendi öğrencilik yıllarımdan beri izlerim... Ne zaman yoğun bir öğrenci kalabalığıyla karşılaşsam, korkularım depreşir...

Bu çocukların geleceği için, korkarım...

Ülkemi bekleyen sorunlar için, endişelenirim...

Üzülür, kahırlanır, sinirlenir ve de acırım...

Bugünün küçükleri olan bu çocuklar, yarınların büyükleri ve yetişkinleri olacak...

Yarın bu çocuklar Üniversite Çağına gelecek... Şanslı olanları; üniversitelere kapağı atacak, diğerleri açıkta kalacak... Neticede birileri üniversite mezunu olarak, birileri de lise (veya ilköğretim) mezunu olarak hayata atılacak... Ancak işin özünde ve genelinde, hiç ama hiç bir şey değişmeyecek...

Her biri farklı ortamlardan, farklı kültürlerden gelen bu gençlerin hepsi; iş isteyecek, aş isteyecek, eş isteyecek... Elektrik, su, yakıt isteyecek... Oturacak ev, yürüyecek kaldırım, arabasını süreceği yol, arabasını park edeceği otopark isteyecek...

Bu nüfus; her gün, her ay, her yıl; geometrik olarak, katlanarak artıyor...

Bunca insan, bunca nüfus nereye ve nasıl sığacak?

Ne yiyip, ne içecek?

Bu nüfusun yaratacağı yıkım ve de bu yıkımın yaratacağı zincirleme sorunlar, ne olacak?

Bunlar nasıl çözülecek?

Bu insanların bilerek veya bilmeyerek yarattıkları, görüntü ve çevre kirliliklerini, çevre kıyımlarını; bu yoksul ülke, bu yaşlı dünya nasıl kaldıracak?

Giderek çoraklaşan bu topraklar; bu nüfusu, nasıl doyuracak?

Bu nüfus artışı öyle veya böyle, bir şekilde dizginlenmezse; bu çocuklar, bizim bile beğenmediğimiz bu ortamın; yüz misli, bin misli daha berbat ortamlarda yaşamak zorunda kalacak... Zaten her biri beton yığını olan kentlerin; kıyıda köşede kalan yeşil alanları da, betonlaşacak...

Olayın vahameti ortada... Ama bütün bunlara karşın; bir iki cılız sesin dışında, bir tek Allahın kulu çıkıp ta;

“... Yahu biz ne halt ediyoruz. Bizim alt yapımız, bizim eğitim ve sağlık sistemimiz, bizim ekonomimiz, bizim teknolojimiz; “bu hızda ve bu oranda artan bir nüfusu” kaldırmaz... Kaldıramaz...

Bu koşullarda bir aileye, bir çocuktan fazlası haramdır. Bu nüfus; bu topluma, bu coğrafyaya, bu Ülkeye yüktür... Bu, bencilliktir... Bu, gelecek nesillerin hakkına tecavüzdür, gelecek nesillerin hakkını gasp etmektir, onların mirasından yemektir...” demiyor...

ne diyor? (veya diyorlar?)

Diyorlar ki (veya demeye getiriyorlar ki);

“... Nüfus artışından korkmayın... Patlayıp, çatlayınca kadar doğurun veya doğurtun... Allah, dünyaya gelen her çocuğun rızkını da, beraberinde verir...”

??!!...

Bu lafları duyduğum zaman, dehşete düşüyorum... Böyle bir mantık, böyle bir düşünce, böyle bir felsefe olabilir mi?...

Siz dışkıdan başka bir şey üretmeyin; ürettikleriniz, sizin karnınızı doyurmaya bile yetmesin; ondan sonra da “şeyimiz var” diye; kediler, köpekler gibi gunnayın...

Böyle aymazlık, böyle cehalet, böyle kepazelik olmaz...

“Caizdir” diye, dört kadınla evlenip, 35 – 40 çocuk yapan, kuşbeyinli insanlarımız var...

Bakamayacağını bile bile, çocuk(lar) yapan ailelerimiz var... Geçim derdine düşen bu ailelerin çocukları; sevgiden, ilgiden ve her türlü eğitimden yoksun olarak yetişiyor...

Sonuçta bu çocuklar; ya terörün kucağına düşüyor, ya da mafyanın... Büyük anakentler; kimsesiz sokak çocuklarıyla dolu...

İtilip kakılmanın, ezilip horlanmanın tesellisini, uyuşturucuda bulan bu gençlerin hepsi; kısa sürede uyuşturucu bağımlısı haline geliyor.

Uyuşturucunun ağına düşen bu çocukların büyük çoğunluğu, aynı zamanda potansiyel suçlu konumunda...

Artık kabul edelim... Bizim gibi, günü birlik yaşayan; gelecek için yatırım yapmayan; yaptığı yatırımlarda, “geleceği” düşünmeyen; insanlarına doğru dürüst sağlık hizmeti veremeyen; insanını eğit(e)meyen; adil olmayı beceremeyen, mahkemeleri onlarca yıl süren; yaya kaldırımlarını otopark; denizlerini, göllerini ve nehirlerini fosseptik olarak kullanan bir sisteme ve anlayışa sahip bu toplumun; bu kadar nüfusu kaldırması mümkün değildir.

Nitekim, gördüğünüz/gördüğümüz gibi, kaldırmıyor da...

Ülkeleri, bu nedenle; bizi aralarına almak istemiyor. (Çünkü eğitimsiz, görgüsüz ve avare insanların; kendi düzenlerini de bozmasından korkuyor.)

İşte bu nedenle, makasın ucu (istisnasız her konuda) her geçen gün, her geçen yıl biraz daha fazla açılıyor.

Diplomalı ve diplomasız cahillerimizin sayısı, işte bu nedenle; artıyor.

Siyaseti, demokrasiyi ve ülke gündemini; çoğunluğu ele geçiren, bu güruhun oylarının belirlemesi nedeniyle; hiç bir konuda en ufak bir ilerleme kaydedemiyoruz

21. yüzyılda, işte bu nedenle (halâ) “türbanı” tartışıyoruz... İşte bu zihniyet; aydın din adamlarımızı gırtlaklayıp, bıçaklıyor... İşte bu zihniyet; aydın bilim ve düşün adamlarımızı kurşunluyor...

İşte bu nedenle; namuslular, namussuzlar kadar cesur olamıyor.

bütün bu olup bitene karşın; insanlarımızı hiç birşey durduramıyor...

Halâ doğuruyor, halâ doğurtuyor...

Çünkü insanlarımızın “pıtrak gibi üremesi, kedi köpek gibi kurnaması” belli çevrelerin işine geliyor...

Ülkenin dört bir yanından, adeta “insan” fışkırıyor...

Üreteni üretmeyeni, yararlısı zararlısı, iyisi kötüsü, güzeli çirkiniyle; dağ taş, vıcık vıcık “insan” kaynıyor

Kaldırımlar, sokaklar, caddeler, okullar, resmi kurumlar, hastaneler, hapishaneler; lebalep insan dolu...

Bu artışa dur demeden, sağlıklı bir nüfus planlaması yapmadan ve hatta “bir çocuktan fazlası için” caydırıcı ve yasaklayıcı önlemler almadan; hiç bir sorunumuzu, çözemeyiz...

Bu kadar nüfusa; ne aş yeter ne iş, ne kaldırım yeter ne yol, ne petrol yeter ne su, ne elektrik yeter ne fosseptik, ne öğretmen yeter ne hekim, ne polis, ne de hakim...

Ve bu kadar dışkıya; ne deniz dayanır ne göl, ne de nehir...