Geçen hafta kaleme aldığım "Renkli Simalar" başlıklı yazımda Şehri Çorum'un akıllı sayılacak delilerine değinmiştim. "Teşekkür" sözcüğünün karşılığını araştıran, özünde esprili, zeki ve çevresine karşı duyarlı bir kişi olan Leblebici Beşir'e deli denildiğini gördük. Tabii ki o tarihlerde esas deliler de mevcut.   
Bizim evimiz Alaybey caddesine bağlı Hacı Nasrullah çıkmaz sokağında idi. Bu sokak 17 ailenin yaşadığı 5 dallı bir sokaktı. Bu sokakta yaşayan aileler sonradan yerleştikleri Çorum'a geldikleri ilçeye, köye ve yöreye göre isimlendirilirlerdi. Bu ailelerden biride "Deliler" köyünden sokağımıza kız kardeşi, annesi ile yerleşen yeni yetişen bir genç olan Dursun idi. 
Dursun sinema makinesini çalıştıran Naci'nin yardımcısı olarak çalışır, gece saat 10'nu geçerek sinema kapandığında komşu evlerin çoğunun duyacağı şekilde sokağın girişinden eve girene kadar "Çarşamba'yı sel aldı, bir yar sevdim el aldı" türküsünü söylerdi. Mahalleli Dursun'un türkü söylemesinden rahatsızlık duymadığı gibi aslında memnundu. Zira Dursun'un sesi çok güzeldi ve bir türkü de ancak bu kadar mükemmel okunabilirdi. Neden her gece bu türküyü söylediğini soran komşulara Dursun:
"Ben işten dönüşte sokak çok karanlık oluyor. Korkuyorum. Komşuların dikkatini çekmek için bu türküyü söylüyorum" demiş. 
Dursun çok film seyrettiğinden midir? Nedir bilmem çok hayalperest bir gençti. Katipler konağının karşısında bugün araç park yeri olarak kullanılan yerde Kavukçuoğlu Hayri ağanın evi vardı. Dursun'un annesi bu eve gündelik temizlik işleri için gider gelirdi. Hayri ağa ünlü Hatap un fabrikalarının ortaklarındandı. Hayri ağanın küçük kızı Esin evlenmemişti. Dursun "Hayri ağa Esini bana verecek" der, hayaller kurardı.   
Gel zaman, git zaman bir de duyduk ki Dursun iki kişi kavga ederken araya girmiş ve gözüne aldığı bıçak darbesinden dolayı rahmetli olmuştu. Çok üzülmüştük. Allah rahmet eylesin.
Rahmeti Dursun ve ailesinin geldiği köyden olsa gerek "Delilerli" diye anılırlardı. Günümüzde bu köyün adı kesinlikle değişmiş olmalı. Ama ben köye neden böyle bir isim verildiğini araştırdığımda duyduklarım karşısında çok şaşırdım. Eminim sizler de çok şaşıracaksınız. O tarihlerde köyde yaşayan halk dünyamızın etrafında döndüğü Güneş'i mahkemeye vermişler. Gerekçe de "Güneş sabah köyden şehre gelirken gözümüzü kamaştırıyor. Akşam şehirden köye dönerken yine gözümüzü kamaştırıyor. Bizim köyden şehre, şehirden köye gelişimizi zorlaştırıyor" olmuş. O tarihten sonra köyün adı Deliler köyü olmuş.
Rahmetli Dursun ve ailesinin dışında yine geldikleri yerle anılan bir aile daha vardı. Eğinliler konağının hakimi kocası vefat etmiş olan Rahmetli Rahime hanım teyze vardı. Rahime hanım teyze çok otoriter bir kadındı. Uzun boylu ve mavi gözlü oğlu Avni ağabey ara sıra Çorum'a gelirdi, ama kendisi Ankara'da yaşardı. Rahime hanım teyzenin kızı evlerinde terzilik yapar, temiz ve düzgün giyimi ile dikkat çekerdi. Aynı konakta Rahime hanım teyzenin rahmetli kocasının ilk eşinden olan oğlu (Çorum halk tabiri ile tay geldi) hem kuşbaz, hem avcı olan Burhan, her pazar ava çıkar, belinde asılı kekliklerle avdan dönerdi. Çocuklar Burhan'ı sevmezlerdi. Kuşlarını yiyor diye kedileri vurduğunu söylerlerdi. 
Yine çocukluk yıllarımda tanıdığım askerlik döneminde Rusya'da esir olarak kaldığı için delirdiği anlatılan Ali ağa (Hep yalan) diye bağırıldığında deliren ve coşan biri idi. Kendisine bağırıldığında "İbi hoynat, hoşnat" diye bir şeyler söyler, bir anda coşar, eline ne geçerse fırlatır, söylenerek bulunduğu yerden ayrılırdı.Ben bu sahneyi canlı olarak izleyenlerdenim. 
Rahmetli dayımın dükkanı Veli paşa hanının girişinde, köşede idi. Onun tam karşı köşesinde de Berber Hamdi'nin dükkanı ve dükkanında da bir kalfası vardı. Ali ağa her iki koltuğunun altında bulunan küçük iki karpuzla geldi ve dayımın dükkanı geçti. Karşı çapraz dükkanın önünde durdu. Berber kalfasının "Ali ağa, hep yalan" demesiyle Ali ağanın coşması bir oldu "İbi hoynat, hoşnat" dedi ve karpuzun birini fırlattı. Karpuz berber dükkanının büyük camını paramparça etti ve söylenerek oradan uzaklaştı.      
Ali ağa şöyle bir kenara, babama dayı diyen hiç tanıyamadığım halamın oğlu dülger deli Hakkı tam bir deliydi. Rahmetli kızını evlendiriyormuş. Kızcağızın gelin gitmesine üç gün kala oturduğu yerden kalkmış ve kızını bir güzel dövmüş. "Bu kızcağızı şimdi neden dövdün" diye sorduklarında "Bundan fazla dayak yerse kalksın geri gelsin. Yook bu kadar dayak yerse katlansın, kocasının evinde otursun" demiş.      
Bir çıkmaz sokakta yaşıyorduk ama hayatlarımız öyle değildi. Varlık ile yokluk arasında yaşamlar sürüyorduk, ama mutlu olabilmek için, en azından gülebilmek için çok nedenimiz vardı. En azından biz öyle idik.
*       *       *
"Geçmişe muktedir olmanın tek yolu onları geleceğe taşımaktır" derler. Yani geçmişi basitliğe dönüşmeden ve ucuzluğa düşmeden önceden kayıt altına almak gerekli diye düşünüyorum. İki haftadır şehrin renkli ve unutulmayan simalarını kaleme aldığım yazılarımda geçmişten geleceğe bir not bırakmaya çalışıyorum aslında.   
Yine derler ki, "Geçmişte dökülen sütün hesabı olmaz", ama tarihte olur. Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi "Bir şehri şehir yapan geçmişidir. Önemli şahsiyetleri, eşrafı, renkli simaları, mahalle aralarındaki komşuluk ilişkileri, coğrafyası, kültürü ve eskiden günümüze nelerin kaldığı bir şehri şehir yapan büyük değerlerdir." Yaşadıkları dönem içerisinde halk tarafından alay konusu olan, hatta alay edilen ve eğlence vasıtası haline gelen o insanlara biz bugün renkli ve unutulmayan simalar diyoruz. Bugün adeta günah çıkarıyoruz. Onlar hem geçmişimizin, hem de şehrimizin birer parçası idiler.  
En güzel günler sizlerin olsun.