Eğitim kademesinin en üstünde yer alan üniversitelerin en temel ve klasik fonksiyonu bilim üretmek ve yaymaktır. Ancak, günümüzde üniversitelere başta bulunduğu bölgenin ve ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına çözüm üretmek, sorunların çözümünde öncü konumda olmak gibi işlevler de yüklenmektedir.  Daha açık bir ifadeyle üniversitelerin herkesin ulaşamadığı, söylediklerini ve tartıştıklarını sadece kendilerinin anladığı, seçkinci ve toplumdan kopuk fildişi kuleleri olmadığı hususu günümüzde hemen her kesim tarafından kabul edilmektedir. Üniversite bir yandan bilimi üretip yayarken, topluma hizmet görevini de yerine getirmesi beklenir. Üniversite toplum sorunlarına çözüm aramalı ve üretmelidir. Hepsinden öte üniversiteler demokratik yaşamın ve demokrasi kültürünün yaşandığı, bu haliyle topluma örnek olması gereken kurumların başında gelmektedir. 

Üniversiteler geçmişten günümüze toplumların kaderini belirleyen olgu ve olayların daima odağında yer almışlardır. Gerek bizim geçmişimizde gerekse başka ülkelerin geçmişinde meydana gelmiş çeşitli toplumsal hareketin, yenileşmenin ve dönüşümün odağında hep üniversiteler yer almıştır. Böyle olması doğaldır. Çünkü, üst düzeyde eğitim alan gençler ülke yönetiminde ve her kademede söz sahibi olmaya adaydır.

Bugün için sayıları 150’ye yaklaşan üniversitelerimiz bırakınız toplum sorunlarına çözüm aramayı, kendi sorunlarını çözememenin çaresizliği içindedir. Kendi sorunlarıyla didişen, kendi sorunlarını çözememiş bir üniversiteden de elbette ülke ve toplum sorunlarına çözüm üretmesini beklemek hayalcilik olur.

Üniversitelerimiz hali hazırda sayısız değişiklikler geçirmesine karşın, ruhuyla ve lafzıyla 12 Eylül ürünü olan 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası ile yönetilmektedir. Hemen her iktidar ihtilal ürünü olan ve neredeyse o dönemin tek mirası olan bu yasayı ve onun getirdiği YÖK’ü kaldıracağına söz vermiş, ama bir türlü bunu gerçekleştirememiştir. Mevcut iktidar da  sürekli YÖK’ten şikayet etmiş, ama bir türlü bu Kurulu kaldırma yoluna gitmemiştir.

Yükseköğretim Yasası bilindiği üzere 1970-1980 arası Türkiye’sinde yaşanan üniversite olaylarına bir tepki yasasıdır. 1980 öncesi yükseköğretimde görülen başıboşluk, plansızlık, denetimsizlik ve eşgüdümsüzlük sonucu ortaya çıkan YÖK’ün temel işlevi Anayasa’da belirtildiği üzere “Yükseköğretimi planlamak, denetlemek ve eşgüdümü sağlamaktır.” Ancak, YÖK, bu işlevini yerine getirmenin ötesinde üniversitelerin başında demoklesin kılıcı olmuştur. Yoksa bu işlevlere haiz bir organın olmasına kimsenin bir itirazı yok.

Böyle etkili ve yetkili bir Kurulu iktidarlar neden kaldırsın? Başa çıkamadığınız kurumlarla uğraşmak yerine onları kendinizin yaparsanız olur biter. Bundan daha ala bir şey olur mu? Yasamayı çoğunluğunuz sayesinde elinize aldınız. Dolayısıyla yürütmede zaten elinizde demektir. Üçüncü Erk olan yargı da size ayak bağı oluyorsa onu da kendinizin yapmanın kurnazlıkları ve yolu var. Ne kaldı geriye. Ha! silahlı kuvvetler mi? Onu da sindirip bir köşeye sıkıştırdıktan sonra kaldı Üniversiteler.

Üniversiteleri zapturapt altına alan YÖK’ü de kendinin yaptın mı oldu bitti. Yukarıda vurgulamaya çalıştık. Üniversite demokratik yaşamın odağı, kalbi olmalı dedik. Üniversitelerde son zamanlarda yapılan rektörlük seçimlerine bakınız. Bunun demokrasi neresinde? Akademisyenlere seçim yaptırıyorsunuz. Buna eğilim belirlemesi diyorsunuz. YÖK, bir elemeden geçiriyor. Köşk bildiğini okuyor. Sonra nasıl oldu bu iş dediğinizde “Canım eski Cumhurbaşkanı da bunu yapmadı mı? Biz yapınca mı yanlış oluyor” deyip işin içinden çıkıyorsunuz. Timsah gözyaşı dökerek de “Ben de bu seçim sistemine karşıyım ama, şu an yasa bunu öngörüyor” diyerek çözümü bir başka bahara erteliyoruz. Yanlış örnek örnek olur mu? Hakkaniyete uygun olanı yapılsa daha çok takdir alır. Üniversiteler kirli siyasete alet edilmemiş olur.

Değerli okurlarım. Benim çocukluk yıllarımda bizim köyün muhtarlık seçimleri tıpkı bizim üniversitelerin rektör seçimleri gibi olurdu. Sizin taraf muhtar olamazsa yandınız. Köyün türlü imkanları artık size kapalı. Ama seçilen muhtarın taraftarları yaşadı. Onların tarlaları, bağları bahçeleri sulanır abat olur. Sizinki yanar kavrulur berbat olurdu.

Eğer siz yeni rektöre oy vermişseniz işiniz tıkır. Dekanlık mı istersin, müdürlük mü istersin, bölüm başkanlığı mı istersin hepsi senin için. Şayet oy vermedinse kimse senin liyakatına, kariyerine bakmaz. Elinden alıverirler. Sen geçmişte iyi dekanlık, müdürlük, bölüm başkanlığı yapmışsın, bu görev bir dönem daha senin hakkın diyen olmaz. Çünkü oy vermedin ve eski rektörün adamısın. Bu gerekçe yeter. İnsanlar bizim köy gibi iki cepheye ayrılır. Eskiler ve yeniler. Hani yukarıda ne kadar usturuplu laflar ettik. Üniversite bilim üretir, toplum sorunlarına çözüm arar diye. Bu ahvaldeki üniversiteden ne bekleyebilir siniz?

Rektör seçimlerinin arka yüzü de tam bir komedi. Hani şu rektör adayı akademik birikimiyle üniversitemizi geliştirir, ileriye götürür. Şu rektör adayının vizyonu yok gibi argümanlar konuşulsa elbette yönetim görevleri kimseye baki değil. Belli zamanda nöbet değişimi mutlaka olacak. Herkes bu görevlerde bulunduktan sonra asli görevleri olan akademisyenliğe dönecek. Bunun yadırganacak neresi var diyebilirsiniz. Ama üniversiteyi gelecek 4-8 yıl gibi bir süre yönetecek adayların ufkuna, vizyonuna bakılmıyor. Hangi rektör adayı YÖK’ten geçer. Hangi rektör adayı Köşkün onayından geçer. Hangisi Başbakan’a veya hangi bakana yakın bunlar konuşulur. Çünkü herkes yanlış ata oynamamak için kılı kırk yarar. Ortada laflar dolanır. Filanca rektör adayı şu cemaate yakındır. Okyanus ötesi desteği de vardır. En iyisi mi onu destekleyeyim. Yoksa 7-8 yıl kabus yaşamanın anlamı yok. Filanca iyi adam, iyi insan ama karşı görüşten biridir. Oyların tamamını da alsa ne YÖK’te, ne de Köşk’te şansı var. Öyle ise ona oy vermenin mantığı var mı?

Galiba ben de fazla abarttım. Zaten üniversiteden kimsenin bilim falan üretmesini beklediği de yok. Anadolu’nun en ücra yerlerine kadar yayılmış üniversite yönetim kademesiyle, akademisyenleriyle ve idari personeliyle benim olsun yeter.