Yıkmak… Yapmak… Savunmak… Yeniden yapmak… Her fiil, bir eylemin ifadesidir.

 

29 Ekim’de Ankara başta olmak üzere Türk milleti, “Kim, kiminle düzenliyor?” diye bir soru sormadan kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’e sahip çıkmıştır. Bu katılım, bir diğer deyişle Cumhuriyet’i yıkmak isteyenlere verilmiş eylemli bir cevaptır.

 

Mitingler, siyasi propaganda araçlarından biridir. Araç, sözünün altını kırmızı kalemle çiziniz lütfen… Miting yapmak amaç değildir.

 

Aracın amaç haline getirilmesi toplum-siyaset ilişkisinde bubi tuzağıdır. Bu tuzağın artısı ise kitlelerin boy çukuruna düşmesi, düşürülmesidir.

 

“Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü?” derler… 29 Ekim geçti… Bayram geçti…  10 Kasım, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Hakk'a yürüdüğü 10 Kasım 1938'in 74. yıldönümü... Küçük bir azınlık dışında, yaşı, mesleği, cinsiyeti ne olursa, olsun bu millet Ata'sını sevmektedir. O'nu görmese de, O'na dokunmasa da, sesini duymasa da kimi dualarıyla, kimi karanfil ve bayraklarıyla Atatürk'ün huzurunda tek yürek olmuşlardır.

 

Bu müthiş kalabalık tek bir çağrıya, Mustafa Kemal'in çağrısına kulak verip Anıt Kabir'e koşmuşlardır. Diğer çağrılar, bu büyük çağrının yanında sadece teferruattır.

 

Ya sonra? 23 Nisan ve 19 Mayıs mı beklenecek?

 

Hâlbuki siyaset her gün yeniden yapılan bir şeydir. Siyaset ve önderlik bayramı, seyranı beklemez. Cumhuriyet Bayramı vb günler bu süreçte mitingi kolaylaştıran zaman dilimleridir. Hepsi bu…

 

“Barikatları kim kaldırdı?” sorusu üzerinden yürütülen ise gündem saptırma hamlelerinden biridir. Erdoğan ile Gül arasında yaşanan “Sen-Ben” kavgasının işaret fişeklerinden biridir aynı zamanda… Hepsi bu…

 

Barikatları ABD’nin BOP memuru Eş-Başkan mı kaldırttı, yoksa İngiliz Kraliçesi’nin çifte madalyalı Gül’ü mü?

 

Barikatları, Türk milleti yıkmıştır. İşin doğrusu budur… Gerisi kayıkçı kavgası ve gündem saptırma müsameresidir. Gerisi sadece kayıkçı kavgasıdır.

 

29 Ekim’de oluşan fotoğrafı doğru okumamız gerekir. 29 Ekim toplu fotoğrafının alt yazısı “Milli Birleşik Cephe”dir. Doğrusu budur.

 

Toplu fotoğraftan bazı kareleri kesip büyüterek “Ben yaptım veya o yapmadı ben yaptım…” ifadeleri Birleşik Cephe bütünlüğünü görmezden gelen ifadelerdir.

 

29 Ekim’de yükselen dip dalgası karşısında manevra yapan Eş-Başkan değiştirdikleri Yönetmeliğe bir genelge ile by-pas yaparak yükselen tansiyonu düşürmüş, Endonezya gezisini uzatmış ve sahadan kaçmıştır.

 

Şahin Mengü “29 Ekim ve 10 Kasım'ı Doğru Anlamak” (Aydınlık Gazetesi, 12 Kasım 2012) başlıklı yazısında durumu şöyle yorumlamaktadır. “Bu coşkuyu, bu Atasına bağlılığı, hiçbir parti, hiçbir sivil toplum kuruluşu veya grup kendine mal etmemelidir. O alanlara çıkan milyonlar tek bir siyasi partinin mensupları değildi, çok değişik partilerden, Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan kitlelerdi." Hepsi bu…

 

Cumhuriyet’i yıkmanın son araçlarından biri Büyükşehir Belediye Yasa Tasarısı’dır. Söz konusu Tasarı Komisyon’dan Meclis’e inmiş, halk mitinglerle uğraşırken gündeme alınmış ve artık yasalaşmıştır.

 

Bu Yasa, Türkiye’nin eyaletlere bölünmesiyle uğraşanlara önemli bir kazanım sağlayacaktır. Meydanlara toplanan kitlelere anlatılması gereken gerçeklerden biri budur.

 

Bu yasanın nelere sebep olacağını topluma anlatmak, somut olgular üzerinden siyaset yapmak ve kitleleri örgütlemektir. Cumhuriyet’i savunan cepheyi iri ve diri tutmanın somut hamlesidir. Siyaset her gün yeniden yapılır sözünün hayata geçirilmesidir. Hayat bayram beklemez… Hepsi bu…

 

Bu konuda Meclis’teki iki muhalefet partisi, CHP ve MHP, yüzeysel geçiştirmelerle gündemi savuşturmaktadır. Sanki birileri yasak savmaktadır… “Dedik mi? Dedik…”

 

Bu Tasarı, Türkiye’nin bölünmesine hizmet eden yıkıcı bir saldırıdır. Akredite medya, emperyalizmin narkoz uzmanı olarak bu Yasa’nın sonuçlarını toplumdan saklama görevini yapmaktadır. Bu onun iş tanımıdır. Bu yapılar, tarihe emperyalizmin propaganda büroları olarak kayıt düşülecektir. AKP sözcüleri televizyon kanallarında gezinerek bu tasarının topluma şirin gösterilmesi için dil dökmüşlerdir.

 

Bu oyunu ve tertipleri bozması gerekenler ise narkoz verilmesine kayıtsız kalarak bölünme hamlesine bilerek veya bilmeyerek hizmet etmektedir.

 

Amaç, idari federalizm üzerinden siyasi federalizme ve sonunda bölünmeye götürecek Büyükşehir Belediyeleri Yasası kitlelere bugün anlatılmayacaktır da ne zaman anlatılacaktır?

 

Tasarının AKP içinde de yarattığı rahatsızlık Erdoğan’a iletilmiştir. Verilen cevap ise “Gidin, işinize bakın… Bu Yasa geçecek…” olmuştur.

 

Kızılcahamam’da yapılan AKP kampında, Eş-Başkan ve ekibi, AKP’li vekilleri hizaya sokmak için çalışmıştır.

 

Ve Anayasa’yı değiştirmeden abra kadabra ülkeyi eyaletlere bölen Büyükşehir Belediye Yasası sonunda Meclis’ten çıkmıştır. 29 Ekim ve 10 Kasım mitinglerinde kitlelere bu yasayı anlatmak gerekmez miydi? Ne gezer… Bu Yasa, AKP’nin Oslo’da emperyalist gözlemcinin himayesinde PKK’ya verdiği sözleri tutmak için ne denli elini çabuk tutmaya çalıştığının göstergesidir. Çünkü Anayasa değişikliği sallantıya girmiştir.

 

Bu Yasa, iktidarın varoluş sebebine sadakatinin göstergesidir. Çünkü AKP tüzüğü CFR kaynaklı bir memorandumun tercümesinden ibarettir. İşte ifadesi… “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir.”

cleardot

 

Eş-Başkan ABD’ye verdiği sözleri tutmaktadır. Hepsi bu…

 

Bu arada TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda Bor madeninin özelleştirilmesini öngören tasarı kabul edilmiştir.  Duydunuz mu? Nerede Atatürkçü olduğunu söyleyen ve hatta birleştiğini ileri sürenler?

 

Tasarıya göre, bor madenlerinin ruhsat sahaları ve rezervleri devletin mülkiyetinde kalmak kaydıyla dekopaj, cevher çıkartma gibi işlemleri üçüncü şahıslara yaptırılabilecektir. Siz bu ifadeye “şimdilik” ibaresini eklemeyi unutmayınız. Bir gece yarısı bir torba yasaya önerge verilerek istenen değişim yapılır da yine kimselerin haberi olmaz.

 

HES dayatmasıyla Türkiye’nin doğası yağmalanarak katledilmektedir. Ülkenin dört bir yanında insanlar derelerini var güçleriyle savunmaya çalışırlarken nerededir demokratik kitle örgütleri, partiler, sendikalar?

 

Burada Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü hatırlama zamanıdır. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, O satıh bütün vatandır.”

 

Toparlarsak…

 

Ulusal günler (29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs, 24 Temmuz, 30 Ağustos) ile ulusal sorunlar birleştirilerek siyaset yapmak, tarih bilinciyle güncelin örtüşmesidir. Bu duruş, devrimci, ulusalcı bakışın ifadesidir.

 

Emperyalizm ve işbirlikçileri ise küresel şirketlerin çıkarları üzerinden hareket ederek toplumları yönlendirmeye çalışırlar. Bilgi kirliliği, tarihte tahrifat ve çarpıtma toplum mühendisliği adını verdikleri yöntemin cephaneliğidir. Kısa, orta, uzun menzilli silahları da medya, STK adını verdikleri dönüştürülmüş demokratik kitle örgütleri ve iç operasyonlarla denetim altına aldıkları sendika ve partilerdir.

 

İşbirlikçi, narkozcu medya kendi görevini yapacak, yükselen dip dalgasını görmezden gelecek veya küçültecektir. Bunda şaşıracak bir şey yoktur. Ama yeniden Kemalist Devrim sürecindeki Türkiye’de Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan kitleyi, güncel sorunlar üzerinden istim üstünde tutmak, gündemi atlamamak önderlik savında olanların asli görevidir.