Biz kadınlara “Seçme ve Seçilme Hakkı” verilişinin 80 yılını geride bıraktık, 5 Aralık’ta.
80 yılda ne değişti, çok şey değil mi? Bir Atatürk’ümüz döneminde çekilen çağdaş kadın fotoğraflarına bakalım, bir de şimdiki, çoğu türbanlı kadın fotoğraflarına. Tam bir geriye gidiş…80 yıl öncesine elbet.
İçimiz acıyor, o kadar emeklerin boşa gitmesine. Bu fotoğraflar, kadının götürülmek istendiği yeri ve zihniyeti belgeliyor adeta.
Erkek egemen toplumu devam ettirebilmek için, doğuracağı çocuğun sayısına, doğurma şekline, attığı kahkahaya bile karışan, üst düzey yöneticilerimiz var.
Kadınla uğraşıyorlar, zira biliyorlar ki çocuğu yetiştiren, sonuçta topluma şekil veren, düzenleyen kadındır. Onun için de, istedikleri toplumu oluşturmada, önce kadını dizayn etmeye çalışıyorlar.
Bir taraftan da çocukları. Daha yakın zamanda Cumhurbaşkanı “Kadın-erkek eşit olamaz, fıtrata ters” demedi mi?
4+4+4 Eğitim sistemi ile İmam Hatip’lerin yolunu açıp , 8 yıllık zorunlu eğitimi ortadan kaldırarak, çocuk gelinlerin (eğitimsiz kadınlarımızın) çoğalmasının önünü açan onlar değil mi?
Ya orta okullara kadar inen ve yakında ilk okul ve ana okuluna da inmesi beklenen türban serbestisi. Son Eğitim Şurasında ilk okul 1, 2 ,3. sınıflara zorunlu din dersi getirilmesi benimsenmiş. Ana okulu için de yakındır.
Cumhurbaşkanı, son konuşmalarından birinde, “Yeni neslin dizaynına ana okulundan başlanacaktır. Eğitim, insan formatlama aracı olarak kullanılmaktadır.” dedi. Bu sözler yapılmak istenenin özetidir.
Antalya Milli Eğitim Müdürü’nün, öğrenci servislerinde, kız öğrencilerin arkada, erkek öğrencilerin önde oturması, talimatına ne demeli?.
Şimdi de okullarda, kantinlerde ve teneffüslerde, öğrenciler, kızlı-erkekli ayrılacakmış.
Karma eğitime son verilmesi ise çok yakındır artık. Medreseye dönene kadar durmak yok, yola devam!..Bravo doğrusu çok çalışıyorlar. Ülkenin bunlardan başka sorunu kalmadı…
Dünya Ekonomik Forum’unun raporlarına göre, kadın- erkek eşitliğinde, Türkiye 135 ülke arasında, 132. sırada. İçler acısı bir durum.
Asıl dertleri, Atatürk’ün kurduğu, laik Türkiye Cumhuriyetiyle elbet. 2023’e kadar açılan o parantezi kapatmak.
Kadınla bu kadar uğraşılan, ikinci sınıf konumu güçlendirilen bir toplumda, kadına uygulanan şiddet ve öldürme olayları artmaz da ne olur?
Gün geçmiyor ki, gazetelerde, televizyonlarda, üç , beş kadının öldürülme ve sayılarca kadının, şiddete maruz kaldığı haberi yer almasın. Son 10 yılda kadına yönelik şiddet yüzde 1400 artmış. Korkunç bir rakam.
Kadının ikinci sınıf konumu bu kadar pekiştirilirse, erkeklerin beynine bu kadar yerleştirilirse, elbette o da kadının, kendisi gibi, bir takım hakları olan bir insan olduğunu görmez, kendine mecbur, kendine muhtaç, gözden çıkarabileceği bir varlık olarak görüp, nasıl olur da beni istemez diyerek, şiddet uygular, hatta öldürür.
Bu konuda en önemli etkenlerden biri de, kuşku yok ki, çocuklarını, gerek sözlü, gerekse fiziki şiddet ile büyüten bir toplum oluşumuz. O çocuklar da büyüyünce en zayıf bulduğuna uyguluyor aynı şeyi.
Her ne kadar temelde bu uygulamalar yatıyorsa da, kısa vadede , iktidarların, bu şiddet ve öldürme olaylarını acil olarak, önleyici, caydırıcı tedbirler almak gibi bir ana görevleri de vardır.
Biraz Empati duyguları, biraz vicdanları kaldı ise. Çünkü hiçbir maddi varlık insan hayatından daha değerli değildir. 6 Aralık 2014