Dünyamız nasıl kâinatın işleyiş ağında bir parça ise insan da dünyanın, doğanın işleyiş ağında bir parçadır. Ve en önemlisi, her parçanın da kendi iç işleyiş ağları vardır.

Beyin, insandaki işleyiş ağının yönetim ve denetim merkezidir. Ancak son dönemde uzmanlar organların da kendi düşünce yapılarına sahip olduklarını söylemeye başladılar.

Bütün bunları son dönemde internet üzerinden giderek yaygınlaşan “sosyal ağ” kavramını düşünürken yazmaya başladım.

İnsan bir toplumsal yapının, devletin, bir şirketin veya dikey düzenli (hiyerarşik) bir kurumun örgütlenme merdiveninde bulunduğu basamakta kâh inerek, kâh çıkarak yaşayıp giden bir canlıdır. Bir ağın parçası olduğu için yaşayan insan, doğasından gelen bu özelliğiyle ağlar da kuran bir canlıdır.

Toplu yaşam ve kentleri kuran insan fiziki ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla şebekeler kurmaya başlamıştır. Yani ağlar…

Avcılık döneminde teker teker balık avlanırken nüfusun artmasıyla balık ağlarının keşfi. Bu ağlardan dalyan yapılması hep aklın ve insan doğasındaki ağ yapının hayata yansımalarıdır.

Tarihte ilk su ve atık-su şebekeleri Sümerler döneminde Mezopotamya’da yapılmıştır. Künklerin ek yerleri katranla yalıtılarak su kaçağı önlenmiştir. Anadolu’da ilk su şebekesini pişmiş toprak künklerle yapanlar ise Hititlerdir. (Anadolu’da ilk baraj da Hititlere aittir.) Sulama şebekesi sayesinde tarım toplumu olan Sümer’de verimlilik artışı inanılmaz olmuştur. Bunun ters açısı ise sulama sonucu zaman içinde tuz biriken tarlalarda verimin hızla düşmesidir.

Zaman içinde 19. Yüzyılda teknolojinin gelişmesiyle kurulan elektrik, telgraf, telefon, televizyon ulaşım şebekeleri…

Cumhuriyetin onuncu yıl marşındaki o söz, “Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan”…

İnternetin görünmez ağları ise 20. Yüzyılın sonlarında insanlığa “Sosyal ağ” (facebook, twitter vb.) kavramını getirmiştir. Bilgisayar teknolojisi sayesinde cep telefonlarının “akılı” modeline geçilmesi bir başka boyuttur hayatlarımızda.

George Orwell’in “1984” romanı… “Büyük ağabey bizi gözetliyor.”

“Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.”

George Orwell'in 1948’de yazdığı kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır.

İşte o kâbus günümüz toplumlarının gerçeğine dönüşmüştür. İnternete geçilmesiyle başlanan 5G dedikleri teknolojik aşama insanın ve doğanın işleyiş ağlarına zarar veren boyutlar içermektedir ne yazık ki. Bunu ben söylemiyorum. Bilim insanları söylüyor.

2020’de başlayan Corona virüs salgınının dünyayı sarması karşısında herkesin şapkasını önüne koyarak bir daha düşünmesi gerekmektedir.

İnsanlığın bu yaşadığı, iki kriz arasında debelenen bir sara hastasını andıran kapitalizmin ve emperyalizmin yaşadığı ve yaşattığı ilk kriz değildir. Virüsler nasıl kendilerini dönüştürerek yaşamaya devam ederlerse emperyalizm de her krizde kendini dönüştürerek egemenliğini sürdürmüştür.

Bu konuda sözü Yıldırım Koç’a bırakalım.

“Bugün yaşanan kapitalizmin üçüncü küresel krizidir. İlk küresel kriz nedense Türkiye’de pek bilinmiyor. 1873_1896 döneminde 23 yıllık bir kriz yaşandı. 1873 öncesinde de ekonominin devresel hareketinden kaynaklanan krizler vardı. Ancak kapitalist dünyanın hemen hemen tümünü saran ilk küresel kriz 1873 yılında patladı; iniş çıkışlarla 23 yıl sürdü. İlk başlarda buna “Büyük Buhran” adı verilmişti.

1929 yılında patlayan ikinci küresel krizin etkileri o kadar büyük oldu ki, iktisat tarihinde ilk küresel krizin adı “Uzun Buhran” olarak değiştirildi.

(SÜRECEK)