Devir, Osmanlı devri…

İşlerin iyi gitmediği bir dönemde, yeni bir sadrazam göreve getirilir.

Yeni sadrazam oldukça hırslı, idealist ve biraz da çokbilmiş birisidir.

Eski sadrazam görevi devrederken; genç sadrazama şöyle bir bakar; yıllar önceki haline benzetir genç Sadrazamı.

Genç sadrazama, önceden hazırladığı 3 zarf verir.

Ve şöyle der: “ başın sıkıştığında, bu zarfları sırasıyla aç bak.”

Yeni sadrazam, bu zarflara bir anlam veremez ama nezaketen de bir şey demez.

Mektupları alır, bir kenara atar.

İşe başlar…

Aradan bir zaman geçer.

İşler düzelmediği gibi daha da kötüye gitmektedir.

Yeni sadrazam anlar ki, devlet yönetmek her babayiğidin harcı değildir.

Sağa başvurur, sola başvurur, değişen bir şey olmaz.

Sonunda aklına, eski sadrazamın kendisine verdiği mektuplar gelir.

Bir nolu mektubu açar, okur.

Şöyle yazmaktadır o mektupta.

“Yapacağın ya da yapamayacağın bir dolu vaatte bulun… Aklını karıştır insanların. Sıkışırsan ikinci mektubu aç…”

Bizimki başlar atıp tutmaya.

Bir zaman durumu idare eder.

Halk, “hele durun galiba bir şeyler yapacak” diye susar bekler.

Ancak kötü gidişat, devam etmektedir.

Halk, “Ne yapacaksan yap artık. Hep vaat. hep vaat. Ne bu ya…” demeye başlar.

Bizimki iki nolu mektubu anımsar; onu açar.

Şöyle demektedir o mektupta; “KENDİNDEN ÖNCEKİLERİ KARALA, ‘BENİM SUÇUM YOK’ DE… Daha da sıkışırsan üçüncü mektubu aç.”

Başlar geçmiştekilere sataşmaya.

“Şu Osman Gazi denen zat var ya… Ah o zat, ah o zat… Ve de O’nun oğlu…” diye başlar…

Bir süre daha durumu idare eder.

Homurdanmalar olur ama duymazdan gelir onları…

Ancak bu taktik de uzun sürmez.

Yeni sadrazam iyiden iyiye sıkışır.

Üçüncü mektubu açar.

O mektupta; ‘SEN DE BENİM GİBİ ÜÇ TANE MEKTUP YAZ...’ denilmektedir.

* * *

AKP Genel Başkanı, (bir Salı toplantısında) AKP Milletvekillerine ve AKP sempatizanı konuklarına, yukarıdaki “Üç Zarf Felsefesini” anlattı.

Sayın AKP Genel Başkanı demeye getirdi ki, ,

“...Ben de böyle yapıyorum….

Yoksa bizim yaptığımız ya da yapamadığımız icraatlarla, Atatürk’ün ya da İsmet İnönü’nün ne ilgisi olabilir ki…

Ben İnönü’yü, halkı oyalamak, aklını karıştırmak için kullanıyorum.

Ayrıca böyle yaparak da bir taşla iki kuş vuruyorum. Hem Cumhuriyetin kurucularına olan hıncımı alıyor, hem de siz İnönü’yü tartışırken, ben ortalığı toparlamaya çalışıyorum…”

!!??...

Şaştım kaldım.

“Pes” dedim.

Öyle yaptığını hepimiz ve de tüm ülke zaten biliyor(uz).

Biliyor(uz), bilmesine de; ayan beyan insanların yüzüne karşı “ben sizinle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum” der gibi “Üç Zarf Felsefesini” anlatması karşısında nutkum tutuldu

“Pes!...” dedim, “Pes doğrusu…”

* * *

Konuyu tartıştığım AKP sempatizanı bir arkadaş da; gayet pişkin;

“Abi, ne var bunda yadırganacak?

Adam siyaset yapıyor.

Adı üzerinde si-ya-set…

Kötü giden ekonomiye karşın, ‘diri görünmek, güçlüymüş gibi görünmek’ ve zaman kazanmak zorunda. Bunun için de kamuoyunun dikkatlerini başka alanlara kaydırmak, onları oyalamak zorunda?

Ne yapacak bunun için?

Siyaset!

O da siyaset yapıyor…” dedi.

Ona da “Pes!” dedim.

* * *

Döndüm eve.

Kafamın içi arı kovanı gibi.

Televizyonu açtım.

Bir kanalda “af konusu’ tartışılıyor.

Diğerinde, “papaz”; bir diğerinde “CE HA PE’nin İş Bankası Hisseleri”, bir diğerinde de “İnönü’nün bayrak sallama mavalı” tartışılıyor.

Sinirlendim, tek tek kanal aramaya başladım.

Acaba, ülkenin gerçek sorunlarını yani “ekonomiyi, enflasyonu, zamları, yoksulları, işsizleri, Tedaş’ın bindirmelerini, kabak tadı veren Suriyelileri…” tartışan, konuşan kanal var mı diye baktım.

Halk TV dışında bir kanal bulamadım.

Demek ki dedim, “siyaset böyle bir şey!”…

Özellikle bizim gibi seçmeni olan bir ülkede siyaset böyle oluyor, böyle yapılıyormuş…