Atatürk'ün ölümüyle başlayan, Batı (ABD) ile imzalanan muhtelif ikili anlaşmalarla devam eden ve 1963 yılında AB ile imzalanan Ankara Anlaşması'na dek geçen 25 yıllık geri dönüş süreci içinde, yapılan uygulamalar ve bu uygulamaların Türkiye'yi getirdiği durum şu merkezdedir:

1- Türkiye, imzaladığı çok sayıda uluslararası ve ikili anlaşmayla yönetim inisiyatiflerini önemli oranda yitirmiş, egemenlik haklarını dışarıyla paylaşır duruma gelmiş, Atatürk'ün yaşamsal düzeyde önem verdiği tam bağımsızlık işleyişinden vazgeçilmiş ve Tanzimat Batıcılığı yeniden yerleşik devlet politikası haline getirilmiştir.

2- Ulusal sanayi yatırımları durdurulmuş, dış yönlendirmelere bağlı olarak savaş zenginleri ve dış borca dayanılarak tüketime yönelik montaj yatırımlarına başlanmıştır. Dışarıdan alınan borçlar, teşvik kredisi adıyla, yerli ortak bularak yatırım yapan uluslararası şirketlere devredilmiş ve geleceğini Batıya bağlamış olan yeni bir işbirlikçi zümre yaratılmıştır.

3- Yabancılara hemen her alanda imtiyaz hakları tanınmış, petrol başta olmak üzere tüm stratejik madenler yabancı sermaye yatırımına açılmış, yatırımcı kuruluşların yönetimlerine, dışarıda eğitim gören ve Batı değerlerini temsil eden kadrolar getirilmiş, ulusçu ve Atatürkçü kadrolar devlet yönetiminden uzaklaştırılmıştır.

4- Dış ticaret ve bütçe dengeleri bozulmuş, ihracatın ithalatı karşılaması oranı sürekli küçülmüş ve bütçe açıkları hızla artmıştır. Bu olumsuz gelişmelerin doğal sonucu olarak ve giderek artan bir yoğunlukta dış borçlanmaya gidilmiştir. Milli kambiyo işleyişi zedelenmiş, Türk parası sürekli değer yitirmiştir.

5- “Eğitim Birliği” ilkesi uygulamadan kaldırılmış ve Türkiye her çeşit insan yetiştiren bir ülke haline getirilmiştir. Misyoner okulları, tarikat mektepleri, paralı kolejler, imam hatip kurs ve okulları, yabancı dilde eğitim yaygınlaştırılmıştır. Köy Enstitüleri ve Köy Öğretmen Okulları kapatılmış, eğitimin ulusal niteliği bozulmuştur.

6- Bağımsız ve bağlantısız niteliğiyle tüm dünyada saygı uyandıran Atatürkçü dış siyasetten vazgeçilmiş, Batı politikalarının dümen suyuna girilmiştir. Türk Ordusu’nun büyük bölümü NATO emrine verilmiş, Kore'ye asker gönderilmiştir. Kurtuluş Savaşı ile örnek olunan ve anti-emperyalist bir mücadele içine giren 'mazlum' uluslar değil, büyük devletler desteklenmiş, Kemalist Cumhuriyetin saygınlığı yitirilmiştir.

7- Gelişmiş ülkeler öncülüğünde kurulup geliştirilen hemen tüm uluslararası örgütlere üye olunmuştur. Truman Doktrini, Marshall Planı, IMF, Dünya Bankası, Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü politikalarıyla emperyalizm, Türkiye'de içsel bir olgu haline getirilmiş; ülkenin geleceğine bu örgütler karar vermeye başlamıştır.

8- Atatürk döneminde sıkı bir biçimde denetlenen ve ulus karşıtı hiçbir faaliyetine izin verilmeyen Fener Rum Patrikhanesi'ne ayrıcalıklı bir hoşgörü gösterilmektedir. CIA görevlisi Athenagoros Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığına geçirilerek Patrik yapılmış; yeni Vakıflar Yasasıyla Lozan Anlaşması delinmiştir.

9- Sınır komşularıyla, Atatürk döneminde geliştirilen dostluk ilişkileri kalıcı düşmanlıklara dönüştürülmüştür. Bir dönem Sovyetler Birliği ve Yunanistan birinci tehdit unsuru düşmanlar haline gelmiş, Menderes hükümeti Irak'a askeri müdahale yapmaya kalkışmıştır. Günümüzde ise Türkiye her komşusu ile sorunu olan adeta ateşten çember içinde bir ülke haline getirilmiştir. Suriye’nin içişlerine müdahale edilmekte, Türk Ordusu silahlı harekete zorlanmaktadır. Malatya Kürecik Köyü’ndeki ABD üssü NATO yaftasıyla saklanmaya çalışılsa da İran ve Rusya’ya karşı oluşturulmuş bir askeri noktadır.

10- Yaygın ve etkili bir kültürel yozlaşma yaşanmış, Atatürk'ün bizzat katıldığı Türk dili ve tarihi konusundaki çalışmalar geliştirilmediği gibi yapılanlar, sistemli bir karşı çıkışla ortadan kaldırılmıştır. Özellikle Amerikan kaynaklı 'kültür' ürünleri bilinçli programlarla yaygınlaştırılmıştır. Toplumsal değerler ve ulusal kimlik kalıcı bozulmalara uğratılmıştır.

Geldik bugüne…

Bu anlayışın günümüzdeki uzantısı BOP uygulaması olarak ihracatın % 74’ü ithalata dayanmaktadır, Cari açık Yunanistan’ı geçmiş, Yunanistan iflas etmiş, ancak ne gariptir ki Türkiye ekonomisi dışarıdan sıcak para basılarak ayakta tutulan müflis bir ekonomiye sahiptir.

Yeraltı servetlerinin sadece işletmesi değil mülkiyeti de yasal düzenlemeyle yabancılara verilmiştir. Yabancıya toprak satışları mütekabiliyet esası görmezden gelinerek sürmekte olup yeni satışlar için aranan yüzde oranı Bakanlar Kurulu kararıyla yükseltilmiştir.

Tarım öylesine çökertilmiştir ki bankalara borçlu çiftçinin tarlalarına yabancı bankalar tarafından haciz yoluyla el konulmaktadır. Bu durumun gizlenmesi için de bankalar haciz işlemini yapan avukatlardan tarlaları üzerlerine almayarak bir perdeleme yapılmaktadır.

Ulusal bankanın parmakla sayılacak mertebeye inmesi yeni bir yapay krizde direnç olanağını yok mertebesine indirmiştir.

Libya’ya saldıran Haçlı Ordularına Türkiye destek vererek, Suriye’yi ele geçirmek isteyen emperyalizmin taşeronu olarak komşusunu işgale zorlanmaktadır. ABD’ye yeni üsler tahsis edilerek emperyalizme hizmette kusur edilememeye çalışılmaktadır. Malatya Kürecik Köyü ve Antakya’nın Kisecik Köyü ile Arsuz Beldesi arasında Amanos Dağları’nın zirvesine yakın yeni üsler kurdurulmakta, limanlar ve havaalanları ABD’ye açılmaktadır. 

Bugün Gençliğe Hitabe’den Andımıza, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi Türk Devriminin yaşamsal tarihlerine karşı yapılan hamleler toplumdaki milli direnci çözmeye yöneliktir. 

Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bu hamlelerine karşı çıkacak aydınlar, bilim insanları, gazeteciler ve siyasetçiler çeşitli tertiplerle Malta Sürgünleri’nin 21. yüzyıl uyarlaması olarak Silivri ve HASDAL’da esir edilmişlerdir.

Silivri zindanında niye sendikacı yok? Sorusunun yanıtı, başına AB markalı çuvallar geçirilen sendikacılarda aranmalıdır. Kemalist Devrim treninin lokomotifi olacak sendikalar raydan çıkarılmıştır.

2012, “Sivil Anayasa” yılı ilan edilmiştir. Eğer topluma dayatılan bu anayasa Meclis’ten geçerse Türkiye ulus devlet özelliğini yitirerek federal bir cumhuriyete dönüşecektir. Federal yapının yasal dayanakları İkiz Yasalar, Vakıflar Yasası, Bölge Kalkınma Ajansları, İstinaf Mahkemeleri ile adım, adım hazırlanmıştır. Hâkim, savcı, vali, kaymakamlar, gümrük çalışanları ABD’de federal eğitime gönderilmiştir. Toplum, medya kuşatmasında olan bitenden habersiz bırakılarak yapay gündemlerle meşgul edilmektedir. Ulus devletin yıkılmasına karşı çıkacak sosyal kesimler arasında çelişmeler yaratılmakta veya olan çelişmeler derinleştirilmektedir. Toplumdaki milli refleks devre dışı bırakılmaya çalışılırken dağıtılan şirinlik muskalarıyla anayasa referandumunda “Evet” tercihine insanlar yönlendirilmektedir.

Zehirli elma şekerlerinden biri anadilde eğitimdir. Kürtçenin yanına Çerkezce ve Lazca eklenmiştir. Diğeri 4 yıllık eğitimden sonra mesleki eğitim yaftasıyla çocuğun ailesinin tercihiyle öğretimini bırakması mümkün olacaktır. Sonra mı? Gelsin paralı kurslar, alınsın sertifikalar… Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu 2006’da çıkartılmış hizmete hazır beklemektedir. Amaç, Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasasının tağyir tebdil ve ilgasıyla ulus devlete yurttaş yetiştirmenin yerine sömürge için köleler yetiştirmektir. 

Gelinen noktada, demek ki birileri dayatılan Anayasayı cepte keklik olarak görmekte federasyon ve sömürgeleşecek Türkiye için ödevlerini tamamlamanın peşindedir.

Öyleyse bize düşen görev kapıları tek, tek çalarak çıkarılacak anayasanın ne sonuçlara sebep olacağını millete anlatmaktır. Bu konuda içerden ele geçirilen parti, sendika ve derneklerin tabanlarından başlayarak çalışmak atılacak ilk adımdır. Balık baştan kokmuştur, tuz da kokmadan gerekli adımlar atılmalıdır.

Arifeyi gördüler de Bayram’ı görecekler mi dersiniz?

Kaynakça: ABD ile yapılan İkili Anlaşmalar için Metin Aydoğan’ın Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye adlı kitabından yararlanılmıştır. Bu vesileyle değerli üstadıma bir kez daha saygılar sunar, esenlikler dilerim.