“Türkler Avrupa’dan atılmalıdır…” Lord Curzon (Ocak 1920)

Türkiye’nin Batı limanlarına Osmanlı’dan sonra, yeniden bağlanmaya ve hatta biat etmeye  başladığı tarih 1939 Ocak’tır.

ABD, İngiltere ve Fransa ile “Ticaret ve İşbirliği Anlaşması” Ocak 1939’da imzalanmış ve kapitülasyonların hayaleti, kuruluşu Lozan’da tescil edilen Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığı inceden, inceye örselenmeye başlamıştır. 

Lozan görüşmelerinde kapitülasyonların kaldırılması ve ekonomik bağımsızlık için mücadele eden İsmet İnönü’ye Lord Curzon şunları söylemiştir. “İsmet Paşa, Lozan görüşmeleri sırasında sunduğum her öneriye itiraz ettiniz… Saygı duyarım, hatta şu günlük hepsini cebime koyuyorum. Fakat ekonomik sıkıntılar yüzünden bize başvuracağınız zaman teker, teker önünüze geri sunacağım… Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ekonomik zorluklar içerisine düştüğünüzde bir, bir geri alacağız…”

İşte burada bir İngiliz sözünü hatırlamanın tam zamanıdır. “Türkler çabuk unutur.”

Türkler, iktisadi bağımsızlık olmadan tam bağımsız olamayacaklarını, Osmanlı’nın emperyalizme elini verip, kol ne kelime başını kaptırdığını da unutmuşlardır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de Hakk’a yürümesinden hemen sonra Ocak 1939’da emperyalist ülkelerle Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalanması bu unutuşun işaretidir.

ABD ile yapılan ilk ikili anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanmış, borç alma ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma TBMM'de 4780 sayıyla yasalaşmıştır.

Anlaşmanın adının “Karşılıklı Yardım Anlaşması” olmasına karşın, temel özelliği, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye'yi ağır yükümlülükler altına sokmasıdır. Anlaşmada, “Koruyucu Hükümler” olarak yer alan maddelerle, Türkiye'nin değil ABD'nin “hak”ları korunmuştur. Anlaşmanın II. maddesi şöyledir.

“T.C. hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD'ye teslim edecektir.”

Hangi hizmet, kolaylıklar ve bilgiler acaba? Örneğin üs açma, ulusal güvenlik bilgilerini ABD'nin hizmetine sunma gibi mi?

Böyle bir maddenin bağımsız iki ülke arasında yapılan bir anlaşmada yer alması, örneği olan bir uygulama değildir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, ABD'ye hizmet sunmakla görevli olacak ve bu görevin sınırı da belli olmayacaktır.

Teslimiyetin böylesini tarih kolay, kolay yazmamıştır ve yazmayacaktır da demenin modası geçmiştir. Çünkü "Büyük Abi"nin iktidar koltuğuna oturttuğu siyasi parti, bu konuda Guinnes Rekorlar Kitabı'na girmek üzeredir.

ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasayla kabul edilen kredi anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde ABD'nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemelerin satın alınması koşuluyla Türkiye'ye borç verilmesidir. Bu sırada Merkez Bankası'nda tam 176 ton altın stoku mevcuttur. Yani Türkiye'nin borca hiç mi hiç ihtiyacı yoktur.

Türkiye 1950'ye dek ABD ile 7 Mayıs 1946 tarihli Borçların Tasfiyesi ile İlgili Anlaşma, 6 Aralık 1946 tarihli Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma, 12 Temmuz 1947 tarihli Askeri Yardım Anlaşması ve 27 Aralık 1949 tarihli bir başka Askeri Yardım Anlaşmasını imzalamıştır.

Demokrat Parti döneminde, 1954 yılında uluslararası petrol şirketlerinin adamı Max Bell'in hazırladığı ve Atatürk'ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelini kaldıran "Petrol Yasası" çıkarılmıştır. Bu yasanın 136. maddesi şöyledir. “Bu yasa, yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez.”

23 Haziran 1954 yılında, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında "Vergi Muafiyetleri Anlaşması" imzalanmıştır. Yalnızca Amerikalıların yararlandığı bu anlaşma, Türkiye'deki ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getirmekte ve ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanımaktadır.

1959 yılında millileştirme işlemlerinde muhatabın ABD hükümeti olmasını kabul eden, "İstimlâk ve Müsadere Garantisi Anlaşması" yasalaştırılmış ve bu yasaya Erzurum Milletvekili Sabri Dilek, 'Bu anlaşmanın kabulüyle kapitülasyonlar geri getirilmektedir. Bu anlaşma ile Amerikalılara açıkça imtiyaz verilmektedir” diye tepki göstermiştir.

ABD ile Türkiye arasında 12 Kasım 1956 tarihinde "Tarım Ürünleri Anlaşması" imzalanmıştır. 24 Eylül 1963 gün ve 11513 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, ABD Türkiye'ye 46,3 milyon dolarlık (o zaman 1 dolar 10 liradır) buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satacaktır.

Bu ürünler, azgelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye'nin temel ürünleridir ve bunlar ABD gibi bir ülkenin eşit olmayan rekabetine terk edilmektedir. Ama daha vahim olanı anlaşmanın 2. ve 3. maddeleridir.

2. madde şöyledir… “Türkiye'nin yetiştirdiği ve bu anlaşmada adı geçen ya da benzer ürünlerin Türkiye'den yapılacak ihracatı Birleşik Devletler tarafından denetlenecektir.”

3. Maddenin (b) bendi ise, “Türk ve Amerikan hükümetleri Türkiye'de Amerikan mallarına karşı talebi artırmak için birlikte hareket edeceklerdir” hükmünü içermektedir.

Türkiye'ye, yakın tarihte yaşadıklarını unutmuş/unutturulmuş, emperyalizm kapitülasyonları “ikili anlaşma” olarak maskelenerek dayatmaktadır.

31 Mayıs 1968 tarihinde yapılan ve 12978 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Kredi Anlaşması ise  Türkiye'yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarına çarpıcı bir örnektir.

Bu Anlaşma 30,5 milyon dolarlık bir anlaşmadır ve Türkiye'nin bu borcu koşullara bağlanmıştır. Etibank'ın, Ergani hariç tüm bakır işletmelerini ABD'nin denetimi altındaki Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.'ye devretmesini şarta bağlayan anlaşmanın 3. maddesi şöyledir:

“Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, Yönetim Kurulu üyelerinin isimleri Türkiye'deki Amerikan Yardım Teşkilatına (AID) bildirilecektir. ABD'nin bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.”

“Askeri vesayet, “yargı vesayeti” tamtamları çalanların “Dış vesayet” söz konusu olduğunda üç maymunu oynamaları Damat Ferit, Ali Kemal vb dedelerinin onlara bıraktığı mirastır. Armut ağacından ırağa düşmüyor işte… Türkiye bindiği dalı kesmeye devam etmektedir.

ABD ile yapılan ikili anlaşmalar burada konu edilenlerden çok daha fazladır ve büyük bir karışıklık içindedir. İlgili ve sorumlu Türk makamları, Amerikalılarla yapılan anlaşmaların anlam ve kapsamının ne olduğu, ne zaman imzalandığı ve hangi koşulları taşıdıkları hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bu karışıklıktan Amerikalılar geniş ölçüde yararlanarak Türkiye'de diledikleri gibi hareket etmişler ve anlaşması olmayan konularda bile anlaşma varmış gibi uygulamalar yapılmıştır.

 Orgeneral Refik Tulga bu konuda 1969 yılında şu açıklamayı yapmıştır; "Genelkurmay, bir anlaşmaya dayanmadan kullanılan Sinop ve Yalova havaalanları için, Amerikalılara 'Buradan çıkın…' diyordu. Amerikalıların yanıtı 'Bize müsaadeyi hükümet verdi…' oluyordu. 'Anlaşmayı gösterin…' dendiğinde Amerikalılar 'Anlaşma yok…' demekten başka yanıt bulamıyorlardı."

Türkiye’deki üs ve tesislerin ABD tarafından kullanılmasını öngören 91 anlaşmanın yerini 1969 tarihli “Türk-Amerikan Savunma İşbirliği Anlaşması” almıştır. İkili Anlaşmaların yenilenmiş metni dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile ABD Büyükelçisi William j. Handley tarafından imzalanmıştır.

Türkiye ile Batılılar arasında uzun süre içinde oluşturulan anlaşmalar silsilesinin temel özelliği, Türkiye pazarını adım, adım yabancı rekabete açması ve büyüme ihtiyacı içindeki ulusal tarım ve sanayinin gelişimine engel olmasıdır. Bu engelleme, ABD ve AB kaynaklı programlar ve bu programların dayanağı olan yabancı uzman raporlarıyla gerçekleştirilmiştir.

İkinci Paylaşım Savaşı'ndan sonra, ABD yardımlarına yön vermek üzere Amerikalı ekonomist Max Thornburg Türk ekonomisini incelemiş ve Türkiye'nin “Bugünkü Ekonomik Durumunun Eleştirisi” adlı bir rapor hazırlamıştır.

Emperyalizmin ülkeleri ele geçirerek sömürebilmesi için iki ana yöntemi vardır. Birincisi silahlı, açık işgaldir. İkincisi ise kendine işbirlikçiler edinerek siyaseti ve ekonomiyi denetim altında tuttuğu sivil işgaldir. Yazımızın 2. bölümünde sivil işgalin nasıl dal budak sardığını anlatmaya devam edeceğiz.

Ne demiştir Atatürk? "İktisadi bağımsızlık olmadan, siyasal bağımsızlık sağlanamaz"

Bugün, sivil işgali kendine göre tamamlayan emperyalizm, federasyon içeren bir anayasa dayatmasıyla ulus devleti parçalama aşamasına geçmiştir. (Devam edecek… )