26 Nisan 2021 günlü “Seviyesi Düşürülen Siyasi Kavga” başlıklı yazımın sonunu, “Özellikle toplumu provoke eden siyaset dili, artık sorgulanabilmeli ve de hiçbir getirisi olmayan bu kavgayla, ABD projelerine hizmet edilmemeli” diye bağlamıştım.

Çünkü bizim siyasi yaşamımızda, demokratik iktidar ve demokratik muhalefet kültürü gelişmemiş, aşamadığımız bir hastalık olarak kalmıştır.

Öyle ki, teröre karşı ortak bir siyasi tavır gerekirken bile, terörün yaratmak istediği kaostan faydalanmak isteyen bir görüntü verilmektedir.

Ve de kapitalist sistemin bir ürünü olan organize suçlara birlikte bir tavır alınması gerekirken de, siyasal rant peşine koşar olunmaktadır.

Türkiye için çok acı bir görüntüdür bu! Böyle bir siyasal görüntü ile bu ülkede, elbette demokrasi sorunu yaşanır, elbette demokrasi inşa edilemez.

Nitekim İngiltere merkezli The Economist Grubu’nun “2019 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu”nda Türkiye, 169 ülke arasında 110’uncu sırada yer almıştır.

***

Oysaki Cumhuriyet kendisine batılılaşmayı hedef koymuştu.

-Batı tipi demokratik bir ülke olunacaktı.

-Laik bir devlet olunacaktı.

-Sosyal bir devlet olunacaktı.

-Kanun devleti değil bir hukuk devleti olunacaktı.

İki yıl sonra bir asır olacak. Ama olamadı, olunamadı.

Çünkü biz tartışamadık. Çünkü demokrasi nedir konuşamadık.

Ama tartışan, konuşan aydınlarımızı susturduk. Ve de susmayanları içeri attık, yıllarca cezaevlerini mesken yaptık.

Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, İsmail Beşikçi, Hikmet Kıvılcımlı, Necip Fazıl ve daha niceleri…

1946’da dünya konjoktürünün de bir gereği olarak “çok partili sisteme” geçilmişti.

Ama çok partili sistemi sindiremedik. Nitekim olması gereken siyasal hoşgörünün yerini çatışma, sosyal barışın yerini kavga, özgürlüklerin yerini yasak ve dayatma aldı.

***

Peki, neden demokrasi sorunu var? Neden demokrasiyi inşa edemedik?

Batı’da bir laiklik sorunu yoktur. Bizde var.

Batı’da etnik bir kavga yoktur. Bizde var.

Batı’da bir hukuk sorunu yoktur. Bizde var.

Batı bu sorunlarını çözmüştür. Ama biz 98 yıldır çözemedik. Batı tipi bir demokratik yapı olunacaktı, 98 yıldır olamadık.

Çünkü Batı kültürü ile aramızdaki doku uyuşmazlığını gideremedik. Tavandan yapılan reformlarla bu doku uyuşmazlığını eritemedik.

Nitekim Kemal Tahir bu olguyu “Bizi ters çevirirseniz Batı, Batı’yı ters çevirirseniz biz oluruz” diye formüle etmişti.

***

Çevresi dış düşmanla, içerisi iç düşmanla çevrili bir ülke olduk.

Yani böyle görünen bir paranoya yaşar olduk.

Tam 98 yıl boyunca laik kesim ve muhafazakâr kesim birbirini öteledi, birbirini düşman cephelerde gördü.

Farklılıklara karşı önyargılar yıkılamadı.

Daha da önemlisi, bu sorunlar ciddi ciddi sorgulanmadı, nedenleri analiz edilmedi.

Ve daha açık konuşmak gerekirse:

Türkiye’de demokrasi uygulamasının gerçek bir karşılığı olmadı. Halkın politik alanda etkili olmasına izin verilmedi.

Meclis salonu duvarında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dense de egemenlik pek de halkın elinde olmadı.

Çünkü halkın önüne aday olarak kim konuldu ise halk onu meclise gönderdi.

Yani halkın gerçek iradesi siyasi hayata yansımadı.

***

Evet, anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” yazıyor. Yazıyor, yazıyor ama:

Demokrasi sorununu çözemedik.

Özgürlük ve demokrasiden korkar olduk.

Darbe anayasalarından kurtulacak bir irade bile gösteremedik.

98 yıldır laikliği hayata geçiremedik.

Bu ve bunların sosyolojik nedenlerini asla sorgulamadık ve de sorgulayamadık.

Aydınlarımız da bu sorgulamaya yanaşmadı, yanaşamadı.

İşte Sakallı Celal bu durumu anlatabilmek için, “Türk aydını, doğuya giden bir geminin güvertesinde batıya doğru koşandır” demişti.

Ve bu ülkenin 90 yılını meşgul etmiş ve de edecek görünen Kürt sorununu çözemedik, küresel güçlerin gündemine iter olduk.

Aziz Nesin işte bu sorunu anlatabilmek için “Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler” kitabını yazmıştı.

Maalesef Türkiye’nin olmaması gereken demokrasi panoraması budur.

Ve de görünen o ki, demokrasi sorunu daha çoook uzun süre yaşanır olacaktır.