İnsan hakları doğuştan gelen haklardır. Modern hukukla birlikte ülkelerin uygarlık ölçütleri ile birlikte, belli kurallara bağlanmış, güvence altına alınmıştır. İnsan haklarının özünü, mayasını eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri oluşturur.

Eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri, ancak gelişmiş demokrasilerde yaşam bulabilir. Ülkemiz bu yüce değerlerin mayasını Cumhuriyetin kuruluşu ile oluşturmuştur. Evet oluşturmuştur, ne var ki özellikle sağ iktidarların, dönem dönem de ara rejimlerin yüzünden hakkı ile olgunlaştırılamamıştır.

İnsan hakları insanlık tarihinde ilk Avrupa’da filizlenmiştir. Avrupa yüzlerce yıllık çalkantılardan sonra rönesans ve reform, yani aydınlanma süreçlerini yaşamıştır. İnsan hakları bu sürecin sonunda doruğa ulaşmıştır.

Bu gün siyasi İslam’ın egemen olduğu ülkelerin hiç birinde insan hakkından bahsedilemez. Onların AİHM ile bir sorunları da yoktur. Biz farklıyız, sözleşmeye imza atmışız, işimize gelince öyle, gelmezse böyle olmaz. Ülkemizde tutukluluk süreci, bir türlü cezalandırma yöntemi ile adeta yargısız infaza dönüşmüştür.

TMMOB (Türkiye Mimar Mühendisler Odalar Birliği’nin) 1998 Demokrasi Kurultayındaki açıklamalara göre; “İkinci Dünya savaşı ertesinde yayınlanan 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Birleşmiş Milletler, faşizmin insanlık ailesine yaşattığı dramatik deneylerden ve çektirdiği büyük acılardan sonra sosyalizmin de kazanımlarıyla tarihte yeni bir dönemin başladığına işaret ediyordu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile birlikte BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Dünya İnsan Hakları Anayasasını oluştururlar.” demektedir.

Türkiye, (AİHS) Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'sini 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamıştır. 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı Onay Kanunu, 19 Mart 1954 tarih ve 8662 sayılı Resmi Gazete'de yayımlamıştır. Hal böyle olunca biz bu sözleşmenin altına imza atmışız, tanımışız. Bu mahkemede bizim de yargıçlarımız var. Birlikte oluşturduğumuz bir organ.

Çelişki durumunda uluslararası hukuk, ulusal hukukun üstündedir tezi, uygar dünyanın kabul ettiği bir tezdir. Tanımıyorum dediğin de kendi hukuk sistemini tanımıyorsun. Böyle bir şansın yok. Tanımam dersen bazı bedelleri var. O bedelleri iktidarın demokrasi dışı takıntıları yüzünden, oluşacak faturayı halk öder.

Mahkemeler uluslarası hukuku iç hukukun bir uzantısı olarak uygulamaktalar. Tüm Avrupa ülkelrinde de durum böyledir.

AİHM’nin Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karar, ertelemeden uygulanması gereken hukuk devleti kuralıdır. Türkiye’nin zaten bu anlamda sicili son derece bozuktur. Her yıl milyonlarca lira ceza ödemektedir. İktidarın hukuksuz tutumunun faturasını yine halk ödemektedir.

Sonuç olarak bu kararlara uymayan bu günkü iktidar yetkilileri, kendileri de defalarca bu mahkemelere başvurup adalet dilenmiştir. Çifte standart olmaz, adalete evet ama herkes için.

Türkiye uygar dünyanın bir parçası olacaksa AİHM kararlarına uyması gerekmektedir. İnsan hakkına saygı duymuyorsanız, hiç bir hakka saygınız yok demektir. Temel ölçüt budur, uygar dünyanın gözünde.