Bu yazı seçimden bir gün önce yazıldı. Yani seçim sonucunun nasıl olacağını beklemeyelim dedik. Ve de Türkiye Siyaseti'ndeki kırılmalara özet olarak bir bakalım dedik.
***
Evet, Türkiye siyaseti ne idi, ne oldu?
Kuruluş sürecini 1924 anayasası ile yaşayan Cumhuriyet, 61 Anayasası ile yeniden dizayn edildi. AYM, MGK, TRT, DPT, Askeri Yargıtay, Yüksek Hakimler Kurulu, Yüksek Savcılar Kurulu gibi kurumlarla devletin kurumsal yapısı yeniden donatıldı.
Ve daha da önemlisi, demokratik özgürlüklerin önünün açıldığı bir yapı oluşturuldu.
Ancak 12 Mart muhtırası ile 68 kuşağı imha edilerek, bu yapı üzerinde kanlı bir balans ayarı yapıldı. Yani 1971 'de kanlı bir kırılma yaşandı.
Ve 12 Eylül 1980 darbesiyle de Cumhuriyet tarihinin en büyük kırılması yaşandı.
Toplumda gelişen sivil muhalefet ve toplumsal örgütlenmeler tasfiye edildi. Otoriter bir devlet yapısının temelleri atıldı. Ve 1982 anayasasının içi bu otoriter yapının montajı ile dolduruldu.
Yani 12 Eylül anayasası ile devlet, genel anlamda "güçlü devlet, zayıf toplum" yapılanması üzerine inşa edildi. 82 anayasası ve çıkarılan temel yasalar ile böyle bir devlet formu kurumsallaştırıldı, siyasal alanın ve siyasal katılımın sınırları olabildiğince daraltıldı.
Karar mekanizmaları, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gözetiminde merkezileştirilirken siyasal alan, MGK üzerinden militarist bir yapıya dönüştürüldü.
Sonuçta devlet ve toplumsal dinamikler, neoliberalizmin yani anlaşılabilecek bir adıyla piyasa sisteminin istediği ölçüde terbiye edilerek, 24 Ocak kararlarıyla ülke küresel sermayeye teslim edildi.
Ve bu otoriter ekonomik ve siyasal yapı Turgut Özal'la, Demirel'le devam ettirildi.
***
Ancak Batı eksenli küresel güç:
-Toplumsal karşı refleksleri kontrol edebilen...
-Büyük bir halk desteği ile bu yapıyı temsil edebilen...
-Ve de Batının güvendiği ya da Batıya güven veren bir siyaseti arar oldu.
Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, İslam dünyasındaki öfkenin Batı'ya yöneleceğini bilen ABD önderliğindeki küresel güç, Türkiye'den yükselecek bu öfkeyi kontrol edebilecek bir iktidarı arar olmuştu.
İşte bu dönemde, kırın kente göçüyle kentlerin sosyal dokusunda hızlı bir değişim oldu. Yeni ve muhafazakâr bir sosyal oluşum hızla güçlendi. Ve bu sosyolojik oluşum, Siyasal İslam’ı besleyen ana güç oldu.
Alttan alta gelişen, nüfus akışıyla güç bulan, Anadolu’da yükselen yeni sermaye grubunun da yapıştırıcı gücü olan bu oluşumun, iktidarı tamamen alacağı görülür olmuştu.
İşte küresel güçler, bu büyüyen yeni oluşumu gördü ve ittifak gücünü Siyasal İslam yanına koydu.
Ne yazık ki, bu oluşumu liberal sağ ve liberal sol okuyamadı, bugün de okuyamadı.
Ve elindeki iktidarı kaybetti. Bu sosyolojik yeni yapıyı, sosyalist sol da okuyamadı.
***
Ordunun 28 Şubat 1997 müdahalesi ile:
-Siyasal İslamcılığın siyasi ve iktisadi gücü kırılmak...
-Eğitim, medya alanlarındaki etkisi yok edilmek...
-Ve de siyaset, merkez partiler etrafında yeniden dizayn edilmek istendi.
Ama bu, İslami kesimde daha büyük bir mağduriyet yarattı. Batı karşıtlığı kırılan İslami kesimin önü daha da açıldı.
Cumhurbaşkanı Sezer'in, anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit'e fırlatmasıyla tetiklenen kriz de Siyasal İslam'ın önünün açılmasına önemli bir katkı sağladı.
Ve de 2002'de, belki de Cumhuriyet tarihinin sonraki bölümünün rengini belirleyen büyük ve de önemli bir kırılma yaşandı.
***
2007'de Cumhurbaşkanı seçiminde oluşan kriz sonucu, her nasılsa cumhurbaşkanını halk seçsin, deniliverdi!
Yaratılan 367 krizi ile de adeta bu oluşuma çanak tutuldu.
21 Ekim 2007 referandumu ile halkın seçmesine karar verildi. Aslında bu karar, cumhurbaşkanına siyasal bir kimlik verilmesinin halk tarafından onaylatılmasıydı.
Oysaki 82 anayasasında cumhurbaşkanına verilen yetkilerin yanında, referandumla siyasal bir kimlik verilerek siyasette geri dönüşü olmayan daha da önemli bir kırılma yaratıldı.
Bu oluşumu siyaset okuyamadı, TBMM'i okuyamadı, sivil toplum kuruluşları okuyamadı. Ekonomik ve siyasal güç odakları okuyamadı. Okuyanlar oldu ise de onlar da dinlenmedi.
Ve de "Parlamenter Sistem" ya da "Başkanlık Sistemi" tartışmasının önü açılıverdi.
***
Görülüyor ki, tüm bu olgular karşısında 1 Kasım seçim sonuçları, olumlu da olsa olumsuz da olsa, bundan sonraki Türkiye'yi belirleyecek en önemli kırılma noktası olacaktır.
İşte bu nedenlerle önceki iki yazımda da 1 Kasım belki de bir milat olacaktır demiştim.