6 Şubat 2017 tarihli yazıma, Trump’un 27 Ocak’ta “7 İslam ülkesi vatandaşları Amerika’ya giremeyecek” kararı üzerine “Bu karar, yalnız 7 ülkeye değil 7 ülkeden hareketle tüm İslam dünyasınadır” diye başlamış, “Unutmayalım ki, bir zamanlar Amerika’da lokantalara zenciler giremez deniliyordu... Bugün ise Suriye, Irak, İran, Yemen, Somali ve Sudan vatandaşları Amerika’ya giremez deniliyor...” diye bağlamıştım.

***

Ve bu günlerde ABD, 8 ülkedeki yani Türkiye, BAE, Ürdün, Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Fas ve Kuveyt’e ait 10 hava alanından kalkan uçaklarda elektronik cihaz yasağı koydu.

İngiltere ise Türkiye, Lübnan, Mısır, Tunus ve Suudi Arabistan’dan yapılacak tüm uçak seferleri için dizüstü bilgisayarların kabine alınmasını yasakladı.

Herhalde bu kararlar, alelacele alınmış bir karar değildir. Bu kararlar, ABD ve İngiltere’nin ve de Batı’nın genelde İslam ülkelerine, özelde Türkiye’ye bakışın bir ifadesidir.

Ayrıca Almanya, Hollanda, Avusturya, İsviçre başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesiyle Türkiye arasındaki köprüler yıkılmak üzeredir.

Bu demektir ki Avrupa ve genel olarak Batı, açık açık söylenmese de Türkiye’yi bir tehdit olarak görmektedir.

Oysaki Türkiye, bir NATO üyesidir. Türkiye AİHM’de yargıcı olan, Avrupa’nın birçok kuruluşunda temsil edilen ve AB üyeliğine başvurmuş bir ülkedir.

***

Yani genelde Batı’nın, özelde Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı samimi değildir.

1950’de Fransa ve Almanya’nın önderliğinde “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” olarak oluşan, sonra “Ortak Pazar” adını alan birlik, kurucu 6 üye (Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Almanya) tarafından 1958'de AET olarak kurulmuş ve 1992'de Avrupa Birliği (AB) adını almıştır.

Kuruluşundan 1 yıl sonra 1959’da Türkiye başvurmuş, 1963’te Ankara Antlaşması imzalanmış, ancak 2005’te üyelik müzakerelerine geçilmiş ve bu da yarıda kalmıştır.

Ama bu süre içinde 1973’te 3 ülke (Danimarka-İngiltere-İrlanda), 1981’de 3 ülke (Yunanistan-Portekiz-İspanya), 1995’te 3 ülke (Avusturya-Finlandiya-İsveç) kabul edilmiştir.

Ve yine 2004’te 10 ülke (Güney Kıbrıs-Letonya-Litvanya-Slovakya-Slovenya-Malta-Macaristan-Polonya-Çek Cumhuriyeti), 2007’de 2 ülke (Bulgaristan-Romanya) ve 2013’te 1 ülke (Hırvatistan) olmak üzere toplam 22 devletin üyeliği kabul edilmiştir.

Bugün 28 üyeli olan AB, Türkiye’nin üyeliğini ise ilk başvurusuna göre 58 yıldır,

Ankara anlaşmasına göre 54 yıldır bekletmektedir.

***

Peki, neden böyledir?

-Şu bir gerçektir ki Batı, Türkiye’yi hiçbir zaman Avrupalı olarak görmemiştir, hiçbir zaman gerçek bir dost olmamıştır.

-Etnik yapısını, inanç kimliğini, yani genelde sosyolojik dokusunu Avrupa Birliği’ne tehdit olarak görmüştür.

-Tüm askeri darbeleri desteklemiş, hiçbir zaman itiraz eden bir Türkiye istememiştir.

-Ve de özellikle soğuk savaş döneminde Türkiye, başta Amerika olmak üzere Batı tarafından Sovyetlere karşı, bölgede NATO'nun ileri karakolu olarak kullanılmıştır.

***

Ve bugün, Türkiye ve Avrupa birbirinden kopar bir sürece girmiştir.

Özellikle Avrupa’nın referandumda açık açık taraf olması, Türkiye’deki toplumsal iradeye açık açık müdahil olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa ülkelerini “faşist” olarak suçlaması yolları daha da ayırır olmuştur.

Bu yol ayrımı ve Türkiye’ye baskı için, referandum ve referandumun yarattığı kamplaşma, Batı’nın beklediği iklimi yaratır olmuştur.

Özellikle son günlerde, Türkiye'de yapılacak referandum Avrupa’da gündeme öyle alınmıştır ki, sanki referandum Türkiye ile Avrupa arasında olmaktadır.

Peki, amaç ne olabilir? Elbette amaç:

-Türkiye’nin daha demokratik olması değildir.

-Tüm darbeleri destekleyen, 58 yıldır AB kapısında bekleten, Ermeni soykırımını tanımasını AB’ye girmek için bir ön koşul kabul eden Avrupa'nın, demokratik bir Türkiye istemesi hiç değildir.

Amaç, referandumda sonuç ne çıkarsa çıksın, referandum sonunda büyük bir iç kargaşalığın tohumlarının ekilmesidir. Zayıflatılmış bir Türkiye’nin yaratılmasıdır.

İşte bu nedenle, Batı’dan yükselen bu sıkıştırma ve kuşatmaya karşı, siyasi karşıtlıkların ötesinde milli bir tavır alınmalı, faydacı bir siyasi anlayışla bakılmamalıdır.

Unutulmamalıdır ki “Kurtuluş Savaşı”, Batı emperyalizminin işgaline karşı verilmiştir.