Her fırsatta yazıyor, dillendiriyorum.

“Türkiye, Osmanlı’nın düştüğü tuzağa düşmemeli. Arap hayranlığından bir an önce kendini kurtarıp; Ortadoğu bataklığına uzak durmalı.”

Ama durmuyor.

AKP İktidarıyla birlikte, Osmanlının “Arap Hastalığı” tekrar nüksetti.

Araplarla yatıyor, Araplarla kalkıyoruz.

Ankara’nın Önder Mahallesi, İstanbul’un hemen her yeri Arap kaynıyor.

Ankara Önder Mahallesinin ana cadde ve sokaklarının Arapça Tabelalı İşyerleriyle dolduğu dillendiriliyor.

Daha Güneydoğu’yu, Kilis, Antep ve Hatay’ı saymıyorum…

İyi Parti Milletvekili İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ; geçtiğimiz hafta televizyonda; “Suriyeli sığınmacıların, Kilis’te, bizim insanımıza, Kilis topraklarının öz be öz Türk halkına; ‘devletiniz burayı bize verdi, biz değil, siz gideceksiniz bu topraklardan; bu topraklar bizim…’ deme cüretini göstermeye başladığını” anlattı.

“Bu cüretin Foring Policy Dergisinin 27 Ağustos 2019 tarihli sayısında bile yer bulduğunu, Suriyeli sığınmacıların iktidarın başını ağrıtacağını…” açıkladı. İtalya’da yaşanan, benzeri olaylara göndermede bulundu.

İyi bir gidişat değil, bu gidişat.

* * *

Bu olguyu burada kesip, Atatürk’ün sınıf arkadaşı, Ali Fuat Cebesoy’un bir anlatısını özetleyerek sizlere aktarmak istiyorum.

Evet, Ali Fuat Cebesoy anlatıyor….

“…Mustafa Kemal, 5. Ordu’da Arap ırkından olan askerlere özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından üstün tutulduklarını gördükçe üzülüyor ve kahroluyordu…

Her fırsatta silah arkadaşlarına, Osmanlı’ya her konuda ayak bağı olan “Arap Hayranlığından” yakınıyor; bu hayranlığın, Osmanlının çağdaş uygarlık düzeyine erişmesinin, çağı yakalamasının önünde çok büyük engel olduğunu; tarikat ve cemaatlerin Selçuklu’yu bitirdiğini; Osmanlıyı da bitireceğini dillendiriyordu.

Yafa’da Mustafa Kemal’in bölüğünde, alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşı(mız) vardı.

Bu Yüzbaşı Anadolulu kıta çavuşlarına kötü davranıyor; yeni Arap erlere karşı ise gereğinden fazla tolerans gösteriyor; onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu.

… …

Mustafa Kemal, bu yüzbaşı ile başından geçen bir olayı şöyle anlatmıştır.

Bir gün bu Makedonyalı yüzbaşı, kıta çavuşlarından birini bölük komutanın odasına çağırdı.

Müfit’le ben de orada idik.

Çavuş da çavuş hani; sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı… Yüzbaşı, bizim yanımızda, onurunu kıracak şekilde çavuşu azarlamaya başladı.

Çavuştan çok, mensup olduğu ırka hücum ediyordu…

‘Sen nasıl olur da yüce Arap ırkına mensup Peygamber Efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Haddini bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin...’; gibi gittikçe anlamsızlaşan sözlerle hakaret ediyordu.

Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım.

Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan her Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı. Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.

Dayanamadım; “Yüzbaşı efendi susunuz!” diye bağırdım.

Sözlerinin bizden onay görmesini bekleyen yüzbaşı şaşırmıştı.

-Yoksa fena bir şey mi söyledim? dedi.

-Evet, dedim. Çok fena yaptınız ve çok fena hakaret ettiniz, buna hakkınız yok. Bu erler Arap kavminden olabilir. Ancak senin de benim de, Müfit’in de çavuşumun da mensup olduğumuz Türk ırkından asla ve asla daha büyük ve asil bir ulusa ait değillerdir.

Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı.

… …

Yıllar sonra, bir gün Ankara’da beni de şahit göstererek anlattığı bu gerçek olay hakkında, Mustafa Kemal’in görüşü şu idi:

“Bu ve buna benzer olaylar, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka uluslardan şu veya bu sebeple üstünlüklerinin olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türk'lüğümüzü, bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.”

… …

Mustafa Kemal’in, Türk Tarih Kurumu’nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır.

Atatürk, Türk Milleti’nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir.

Milletine: “Ne mutlu Türküm diyene hitabıyla seslendiği zaman, bunun varlığına ve içtenliğine bütün kalbiyle inanmıştı…

* * *

Evet…

Ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk, Türklüğüne bu denli sahip çıkan bir liderdi. Çünkü Selçuklu’nun da, Osmanlı’nın da neden eridiği biliyordu.

Selçuklu’yu da, Osmanlı’yı da neyin ve nelerin erittiğini iyi biliyordu.

Soyumuza, ulusumuza sahip çıkmak zorundayız.

Biz Türkoğlu Türk’üz; Arap değil.